Yasak Elma’dan Çıkan Kim ?

   Bir an varmış bir an yokmuş…Havva ile Adem düştüklerinde cennetten alem çarkının içine , çimenlerin üzerinde kalan ısırılmış elma kıpırdamaya başlamış. Tıkır tıkır sesler gelmiş koçanının dip köşelerinden, elmanın sapı yükselmiş , pıt diye yere düşüvermiş aniden. Sapın deliğinde meraklı bir çift göz belirmiş, bakınmış sağına soluna. Yukarı kaldırınca başını, görmüş heybetli dallarıyla bulutlara uzanan Hayat Ağacı ‘ nı. Yere inmiş kıvrılarak yanaşmış ulu ağaca doğru. Ağacın dallarındaki kuşlar havalanmış, toprağın içinde damarlanmış kökleri kabarmış, rüzgarla savrulmuş kuru yaprakları, cenneti büyük bir sessizlik kaplamış. O, korkmuş, sinmiş bir yaprağın altına, damar damar havalanan ağacın köklerine bakmış.
Yarılmış, açılmış koca bir kovuk ağacın gövdesinde, çift başlı dev bir yılan belirmiş boşluğun derinliklerinde. Kıvrıla kıvrıla ona doğru yanaşmış.

” Ey güzel ruh! Kurumuş yapraklarla örtme o güzel başını, aç gözlerini , uyan, korkmadan bak ışığa. Ben, Sen’im ! ” demiş.
Bir bakmış dev yılana, bir de kendine bakmış. Eğer O koca bir yılan ise elma koçanının deliğinden kim çıkmış ?

Öz ‘ lem. 2017. İstanbul

 

İlksel Sarmal, kadim bilgilerde bir asaya dolanmış yılan şeklinde sembolize edilmiştir.
Asanın Hayat ağacını, yılanın ise evrimsel enerjiyi sembolize ettiği bu motif, binlerce yıl boyunca çeşitli medeniyetlerde yalnız sopa veya sopa-yılan, ya da birbirine sarılmış iki yılan halinde koruyucu ve şifa verici bir sembol olarak resimlerde, heykellerde ve kabartmalarda kullanılmış. Yılan, yeraltında yaşayan ve bitkilerde açıkça gözlenen tabiatın iyileştirici gücünü en yakından tanıyan bir canlı olduğundan Asklepios kültünden bu yana hekimliğin de amblemi olmuştur. Sanat tarihiyle ilgili eserler, yılanın tıp sembolü olarak ilk defa kullanılmasının Sümer’lerde görüldüğünü belirtmektedir.

Sümer tanrılarından birinin adı “Hayat Ağacının Hakimi” manasına gelen Ningişzida’dır. Bu tanrının sembolü olan ağaca sarılmış haldeki biri erkek biri dişi iki yılandır. Hint ve Mısır tradisyonlarındaki Adem ile Havva hikayelerinde de Hayat Ağacını koruyan Kundalini’ dir. Hayat Ağacı, vücudumuzu baştan aşağı tıpkı ağacın dalları gibi kaplayan enerji meridyenlerinin ya da Nadis’in ağ örtüsünün sembolleştirilmiş anlatımıdır. İki yılan birlikte, nihayetinde birleştirecek oldukları düalizmin zıtlıklarını sembolize ederler. Bir ağaca ya da değneğe tırmanan yılanlar; doğanın spiral sikluslarını, gündönümünü, dolanan ve çözülenin iki vazgeçilmez gücünü, simyada ise çözülme ve donmayı temsil eder.

Yılan, deri değiştirerek doğum, yaşam ve ölüm arasındaki metamorfozu simgeler. Yılan, hareket etmek zorunda olduğu zemin üzerindeki bütün engebelere göre kıvrılarak, eğilip bükülerek sürünür gider. Yılanın sarmal hareket tarzı, esnekliğini sağlar. Tarih boyunca sonsuzluk, ölümsüzlük, bilgelik, bireysel uyanış ve aydınlanmanın sembolik anlatımına dönüşmüştür. Hindistan’da insiye bilgelere ve kâhinlere, ‘akıllı yılanlar’ anlamına gelen ‘Nagalar’ denirdi. Alnın tam ortasına sembolün konması, yılan gibi akıllı olmak için iç psişik melekelerin kullanılmasını ifade ederdi. Kundalinin yükselmesi ve üçüncü gözün açılmasıyla kişi büyük bilgeliğe ve spiritüel yaratıcı güce ulaşır ve her şeyin sonsuzluğu bilinir olurdu.

Sanskiritçe’den gelen Kundalini’nin kökeni spiral anlamına gelen “kundal”dır. İnsanoğlunun sahip olduğu evrim enerjisidir. Bu enerji insanın organizmasında uyur, hareketsiz potansiyel bir güç halindedir. Kundalini, omuriliğin dibinde yedi rakamının yarısına eşit, üç buçuk kez kıvrılmış uyuyan bir yılan şeklinde gösterilir. Kundalini hayat enerjisidir ve aynı zamanda cinsel enerjidir. Kundalini enerjisi, kuyruk sokumundan başlar ve ana yedi çakranın bulunduğu bölgelerden geçerek yukarı kadar yükselir. Yukarı doğru hareket eden iki enerji, birleştikleri zaman merkezlerde bulunan tekerlekleri döndürür ve hareketi aktivite ederler.

Kelt bilgeliklerindeki çift spiral sembolü, bedensel enerjileri ve maddi dünya ile manevi dünya arasındaki enerjileri birbirine bağlamada kullanılırdı. Bu sayede rahipler, iki dünyayı birbirine bağlıyor ve manevi taraftan enerjiyi fiziksel dünyaya çekebiliyorlardı. Bazen de bu sembol, öte tarafa ulaşmada kullanılıyordu. Aynı zamanda bu dengenin ve dengelenmenin de sembolü olarak kabul ediliyordu. Çift sarmal, iki ilişik enerji kanalındaki akışı sağladığı gibi, iki farklı enerji kanalı arasında bir kapı açmada da kullanılabilmekteydi. Bilinç, hayvansal dürtülere daha az odaklanan bir hale gelirse ve üst çakraları yansıtıcı nesnelerle çevrili olursa, hayat enerjisi omurgalarından yukarı doğru akarak tepe çakraya ulaşır. Ve ortaya çıkan bu yüksek enerji, ruhsal evrimleşme için kullanılabilir. Evrimsel enerjinin ortaya çıkmasını sağlayan şey, bilincin yarattığı tüm dirençlerden kurtulmaktır.

Kundalini enerjisi , kadim bilgilerde çift başlı yılan veya ejderha olarak sembolize edilmiş. Çift başlı yılan; Mısır, Hint, Sümer, Amerika, Yunan gibi birçok eski medeniyetten semavi dinlerdeki anlatımlara kadar Türk mitolojisinde, Mısır’daki firavunların taçlarındaki motiflerde ve Hermes’in asasında görülür. Yılanın iki başlı olması, güneş ve ay enerjilerini anlatır. Güneş den gelen pranik enerji sıcak, aktiftir ve beynin sol küresini harekete geçirir ve Ay’dan gelen soğuk Lunar enerji ise beynin sağ küresini harekete geçirir. Solar Prana, somut düşünceleri,idrak etmeyi ve zaman kavramını; Lunar Prana,soyut düşünceleri ve görsel kavramını aktivite eder.En önemli nokta bu iki enerjinin dengeli olmalarıdır. Çünkü bu denge pozitif ve negatif iki enerjinin birleşerek yukarı kadar yukarı çıkması ve Shasrara ismi verilen tepe çakra ile beyaz kozmik ışıkla birleşmesi asıl hedeftir. Hatha, güneş ve ay enerjisi, çift yönlü dünyanın kutupları dengede olduğunda üçüncü birşey doğar. Güneş ve ay enerjilerinin sentezi bizim evrimsel enerjimizdir.

Maya ve Aztek medeniyetlerinde rastlanılan başlıca yılan sembolleri gökyüzündeki iki başlı yılan, yedi başlı yılan, ağaçlı yılan, yumurtalarının çevresinde spiral biçimde çöreklenmiş yılan, iki “S” biçiminde kesişen çift yılan, iki noktalı yılan veya Tüylü yılan olarak gösterilmiş.Maya ve Aztek gelenekleri, yılan ve kuş motifini bir tanrıda birleştirmiştir. Quetzalcoatl veya Kukulkan. Eski Mısır geleneğindeki gibi yaratılışla ilgili görülen Tüylü Yılan , Mısır dilinde de aynı adla adlandırılan Mehen yılanıdır.
Quetzal yada yılan enerji, zamanın sonuna kadar dönecektir.

Tüylü yılan sembolizminde, tüy yeryüzündeki birçok tradisyonda tıpkı Mısır’da görüldüğü gibi hakikatin, doğruluğun, hafifliğin ve evrimsel bilince yükselmenin sembolü olarak kullanılmıştır.Mısır hiyerogliflerinde, yılan ve kuş insan doğasının ikiliğini ve kutupluluğunu temsil eder. Yılan, aşağı yönlüdür ve oluşturduğu spiral dünyanın evrimsel enerjisidir. Kuşun yönü ise yukarı , güneşe doğrudur, tek noktaya odaklı uyanmış bilince ve Akasha’ nın boşluğuna yönelmiştir. Kuş tüylü yılan tanrı, uyanmış evrimsel bilincin ya da uyanmış Kundalini’yi temsil eder ve içindeki Quetzalcoatl’ı uyandırmış kişiler, Yaratıcı’nın canlı tezahürüdürler.

                                           D N A

Rosalind Franklin, DNA üzerinde kristolografi çalışmaları yaparken elde ettiği X-ışını fotoğrafları ile Dna’nın çift sarmal olduğunun bulunmasında büyük kilit rol oynadı. Rosalind’in X-ışını sarmalı fotoğrafından yola çıkan Franklin ve Gosling, DNA’nın iki formunun olduğunu keşfetmişlerdi. Nemin yüksek olduğu koşullarda DNA fiberi, uzun ve ince; kuru koşullarda ise kısa ve şişmandı.

Botanik bilmine göre bir bitkinin gövdesindeki veya dalındaki yapraklar, düzgün bir spiral gibi dizildiğinde, mükemmel Altın Oran sayısını yakaladıkları zaman güneş ışınını en iyi alabilirler. Bu dizilimde, yapraklardan her biri ötekinin güneş ışını almasına en az engel olur. Bu mükemmel kurala uymayan bitkiler elbette vardır. O bitkilerin, kendi çevre koşulları nedeniyle, DNA’larının değişikliğe uğramış olma olasılığı vardır.

DNA molekülü her bir kenarı bazlar şeker ve fosfat molekülleri ile azotlu bazlardan oluşan basamakları olan çift sarmal (helix) içerir. Her bir iplik, bir şeker, bir fosfat ve nitrojen bazından oluşmuş nukleotid denilen benzer birimleri tekrarlayan doğrusal bir düzenlemedir. DNA’nın yarısı dişi bireyden, diğer yarısı da erkek bireyden meydana gelir. Canlılarda bulunan DNA da iki uzun iplik bir sarmaşık gibi birbirine sarılarak bir çift sarmal oluşturur.Bu temel iki ipliğin bağlandığı aralarındaki hidrojen bağları, DNA’yı stabilize eder. Hücre içinde ikili sarmal şeklinde bulunan DNA’nın zigzag çizen bir yapısı vardır, tıpkı bir yangın merdivenine benzeyen yapısı 12 basamaktan oluşur.

Canlıların çoğalması ve büyümesi için hücre bölünmesi gereklidir. Ancak bir hücre bölünürken DNA’sını da kopyalamak zorundadır ki iki yavru hücre ana hücredeki genetik bilginin aynısına sahip olsunlar. DNA’nın iki iplikli yapısı, DNA ikileşmesi için basit bir mekanizma sağlar. İki iplik ayrışırlar, sonra her bir iplikteki dizinin komplementer dizisi DNA polimeraz adlı bir enzim tarafından imal edilir. Bu enzim, tümleyici ipliği sentezlemek için gereken her bazın doğru olanını baz eşleşmesi yoluyla seçer ve onu uzamakta olan ipliğe ekler. DNA polimeraz bir DNA ipliğini ancak 5′ – 3′ yönünde uzatabildiği için, bir çifte sarmalın antiparalel ipliklerininin kopyalanması için farklı mekanizmalar mevcuttur. Böylece, eski iplikteki baz, yeni ipliğe eklenen bazları belirler, sonunda hücre DNA’sının mükemmel bir kopyasını elde eder.

                             D N A  ve  MÜZİK

Ses biliminde son dönemlerde yapılan deneyler ve özellikle Gen Müziği ile ilgili araştırmalar “Müzik Geni”nin, insanlık tarihi kadar eski olduğunu, binlerce yıl önce evrimle oluştuğunu kanıtlıyor.

“Müzik notaların sadece doğrusal bir sıralaması değildir. Akıllarımız bundan daha yüksek bir seviyede müzik parçaları görür. Notaları cümlelere, cümleleri melodilere, melodileri hareketlere ve hareketleri tüm bir parçaya dönüştürür.”
(GENA, Peter., “DNA Music for Genesis”

DNA Kromozomlarının tabanını oluşturan adenine, thymine, guanine ve cytosine yapılarının her biri iki yarım oktavlık aralığa denk bilgi taşır. Her bir kromozom bileşeni 12 bit uzunluğunda, eş zamanlı değişebilen bir yarım sesler takımıdır. Dolayısıyla, her iki bitişik kromozom, dolaylı bir geçişi belirtir. İki birleşme arasında benzer bir aralık sınıfı vardır ve bu da alçaltma-yükseltme açısı birleşimi veya geçişin 12 aralık içerisinde yer değiştirmeleri her iki yapı için de aynı zamanda geçerlidir. Örneğin, iki bitişik kromozom bileşeni var ise aşağıdaki gibi uygun bir armonik geçiş olduğunda, bu ikisi aynı zamanda dikkate alınır.

Kromozomlardaki bu dizilim, kullanılan enstrümanın ses frekansındaki alçalma ve yükselme açılarını temsil eder. Başka bir deyişle; “ses aralıklarını belirlerler”. Dik bir alçalma-yükselme açısı birleşimi bir tam sayı tarafından temsil edilir. 12 tondan oluşan oktavda her bir notanın bir bit’lik bölümü , bu tam sayının ilk 12 bit’ine uyar. Bundan dolayı, herhangi bir geçiş kararını vermek çok kolay olacaktır. 1’den 12’ye alçalma ve yükselme açılarının herhangi bir değeri, aralık sınıflarına benzer olarak değişecektir.

Piyanonun,Do dan Do’ya bir oktav arasında 8 beyaz tuşu vardır ve bu tuşların arasında 5 siyah tuş bulunur. 8 beyaz ve 5 siyah tuşa kromatik ses dizimi adı verilir ve tüm tiz ve bas sesleri çıkarırlar. Kromatik ses diziminde 13 nota vardır.(Aslında 12 notadır,13.nota bir sonraki oktavın başlangıcıdır.

Notaların her birini sayılarla derecelendirdiğimizde her notaya karşı bir sayı gelecektir.

Fakat müzik, tek bir oktav içerisinde zayıf düşer. Buna engel olmak için kulak, sekizinci notaya gelindiğinde alçalma-yükselme açısı birleşmelerini kontrol eder. Her sekizinci nota çalınışı sırasında, kulak tarafından, sekizinci notanın her ses ile uyumu değerlendirilir, karşıt ya da destekler şekilde dikkate alınır. Eğer kromozom, müziğin küçük bir parçasında uygun bir geçiş şekli bulursa kulak tarafından kabul edilir.

İşitme, doğumdan önce ilk devreye giren ve öldükten sonra da bizi en son terk eden duyudur. Ölüme yakın deneyim yaşayanlara göre nefes almamız ve kalp çarpıntımız durduktan sonra bile sesleri algılama yeteneğimiz sürmektedir. Evrendeki her şeyin, kulağımızla işitelim ya da işitmeyelim, rezonans frekansı bulunur. Vücudumuzdaki organların, kemiklerin, dokuların ve farklı vücut sistemlerimizin de değişik frekanslara tepkiler veren ve bu tarzda yankılanan karmaşık bir sistemi vardır. Elektromanyetik frekans üreten beynimiz de kalp atışı gibi çalışır ve titreşim gösterir.

                                   TATLI DİL

Ses,çok boyutlu bir enerjidir. Zamanın ve uzayın inandığımız şekilde kısıtlanmadığı modern kuantum fiziğinin yapı taşlarına bağlı kalır. Deneyle göstermiştir ki önemli mesafelerle birbirinden ayrılmış eloktronlar aynı anda bilinç tarafından etkilenmiş ve tesir altına alınmıştır. DNA’larımız da öyledir. Ses,bu unsurları yükseltir ve değişmelerini sağlar. Bazı bilim adamları, tonların sinir sistemimizi uyardığına ve rahatlattığına inanmaktadır.Küçülen tümörler için bile tonlamanın etkileri görülmektedir. Eğer ses moleküler yapıyı değiştirebiliyorsa, o zaman farklı frekansların vücudumuzun belli kısımlarına nasıl yansılatacağını öğrenerek olabilecek herhangi bir dengesizliği tedavi edecek potansiyelimiz var demektir. Sesi, fiziksel ve eterik vücudumuzun zayıflamış ve akortu bozulmuş bölümlerinin titreşimini değiştirerek ve sağlıklı duruma döndürmek için kullanabiliriz.

Rus bilimsel araştırmaları durugörü, sezgi, şifanın anlık ve uzaktan işlevi, kendi kendini iyileştirme, onaylama teknikleri, etrafında auraları olan insanlar, zihnin iklim – seyrine etkisi ve bunun gibi bir çok fenomeni direkt olarak veya dolaylı olarak açıklamaktadır. DNA ları kesip çıkarmadan ve tek tek genleri değiştirmeden, DNA nın sözlerle ve frekanslarla etkilenebileceği ve tekrar programlanabileceğini yapılan deneylerle kanıtlamışlardır.Uyuyan DNA ‘nın aktive olması ile birçok genin yeniden düzenlenmesi, hem bilinçliliği, hem biyolojiyi eş zamanlı olarak dönüştürür, fiziksel sonuçlar meydana getirir.Vücudumuz müzikle, mantralarla ve birçok sonik tedavi usulleriyle düzenlenebilir ve sağlık kazandırılabilir bir orkestra gibidir.

Yaşadığımız dünyada, özellikle büyük şehirlerde günden güne artan ses kirliliği en büyük stres kaynaklarından biri olmaya başladı. Cep telefonu sesleri, araba kornaları, motor sesleri, kalabalık bir ortama girildiğinde birbirine karışmış insan sesleri, arka plandan gelen müzikler. Ne kadar sessiz bir ortam bulmaya çalışsak da rahatlamamızı zorlaştıran etkenler olmaya başladı. Zaman zaman sessiz ortamlara gidip kafamızı dinleme ve sakinleşme ihtiyacımızı gidersek de iş koşullarından dolayı büyük şehirlerin gürültülü ortamına dönmek zorunda kalıyoruz. Belki radyoda çalan ve televizyondan gelen gürültüleri düğmesini çevirerek kapatma seçeneğine sahibiz fakat sokaktan gelen gürültüleri engelleme şansımız yok. Kulağımızın işittiği sesler dışında, kulağımızın algılayamadığı frekansa sahip bu sesler vücudumuzu, düşüncelerimizi ve ruhumuzu biz farkında olmadan negatif veya pozitif olarak etkiliyor.

İnsanoğlu doğanın bir parçasıdır.Hatta bazı kadim bilgiler hepimizin bir maden, bir bitki, bir hayvan olma bilgisini özümüzde taşıdığımıza inanır. Bu yüzden okyanus, nehir, şelale, esen rüzgar sesi, ağaçların hışırtısı, yağmur, kuş sesleri, hayvan sesleri yani doğanın içinde işittiğimiz bütün sesler bize huzur verir ve kendimizi uyum içinde hissederiz. Günlük yaşamımız içinde ise hoşumuza giden müzikleri dinleyerek kendimizi rahatlamayı seçebiliriz. Fakat seçtiğimiz müzik türlerinin , sözlerinin, etrafa yaydığı frekansların bizi nasıl etkilediğini fark edebiliyormuyuz? Vücudumuzu , bilincimizi ve ruhumuzu nasıl etkilediği belli olmadığı için artık günümüzde ses terapileri müzik dinleyerek yapılmamaya başlamıştır. İşittiğimiz her sözcük ya da sarf ettiğimiz her cümle bilincimizi etkiliyor. Dinlediğimiz şarkı sözleri içinde acı, üzüntü, nefret, yalnızlık, mutsuzluk, öfke, intikam gibi olumsuz sözler içeriyorsa bu bizi de ruhsal ve enerjisel olarak etkiliyor.

Dışsal zevklere doğru yaptığımız egosal arayışımızda kendimizi iç dünyamızdan gelecek bilgilere kapattık. Bilgelik kaynağı ile olan bağımızı kaybettik. İçsel dünyamızın ve gerçekte kim olduğumuzun farkında değiliz, sonsuz olan evrimsel enerjimizle kontak kurmayı unuttuk. Ego zihnin yarattığı gerçek olmayan kişiliklere bürünüp,
dış dünyada birbirinin tekrarı ilişkiler yaşamaya, elde ettiğimiz kariyer ve başarılar ile övünmeye, cebimize giren paranın miktarına göre maddelere ve hatta insanlara değer biçmeye devam ediyoruz. Bu yüzden dünyanın frekansı hızla artarken kitlesel çılgınlıklar, felaketler, savaşlar, açlık, yoksulluk, doğa katliamı, bencillik, ayrımcılık gibi olumsuz enerjiler de yükselmeye devam ediyor. Kendi iç dünyamızın enerjisini dönüştürmeden dış dünyamızda gelişen olayları dönüştürmemizin mümkün olamadığı yüzyıllardır bilgelerce insanoğluna anlatılıyor.

İçimizdeki bencilliği, açgözlülüğü, ayrımcılığı, öfkeyi, kini, geçmiş ve gelecek arasında gidip gelen egosal zihni, sevgisizliği, kendimize sarf ettiğimiz olumsuz sözcükleri ve düşünceleri dönüştürmeden, dış dünyada olumsuz ve negatif ilerleyen enerji akışını dönüştürmeye çabalamamız yine egosal zihnin bizi gerçek özümüze yaklaştırmamak için kurguladığı bir oyun gibi. Evrimsel bilincin uyanışı ise iç dünyamızın farkındalığına , özümüze doğru yapacağımız yolculuğa adım atmak ile başlayabilir. Evrimsel vibrasyon yasalarına göre bir insanın evrimsel uyanışı birçok insanın uyanışını etkiliyebilir.
Yeryüzüne dikilen her bir ağaç, cennet bahçesindeki Hayat Ağacın’daki tohumlarının yepyeni çiçekler açmasını sağlayabilir. Biz, Bir ‘iz.

 

Kaynaklar :
Serhat YENER
http://e-dergi.atauni.edu.tr/ataunisosbil/article/download/1020000080/1020000074
Clark, Mary Anne., “Genetic Music”
Gena, Peter., “DNA music for genessis”

Toning – The Roar of silence – Don G.Campbell
The healing power of the human voice – James D’Angelo
Jonathan Goldman-Seslerin Gizli Gücü
Gizli Sırlar öğretisi – Ergun Candan

https://www.facebook.com/notes/astral-seyahat/dna-ile-ilgili-ke%C5%9Fifler-paranormal-olaylar%C4%B1-a%C3%A7%C4%B1kl%C4%B1yor/908322149211172/