KAMBOÇYA – ANGKOR WAT

Kutsal Ses peşindeki yolculuğum şekil değiştirmeye başlamıştı, iç dünyama yönelmeye başladım ve gerçekte kim olduğumu keşfetmek istiyordum. Yalnız yolculuk etmek kendimle yüzleşmekti ve aynı zamanda hayatın mucizelerine tanık olmak. Yalnız kadın gezgin olmaktan korkuyormuydum? Hayır, korkmuyordum ayrıca Asya’yı tek başına gezen birçok kadın gezginle tanıştım, birbirimize cesaret verdik, zihinlerde kalıplaşmış korkuları yıkabilmeye cesaret etmiştik ve yola devam ediyorduk.

İçsel dünyama yapmaya başladığım yolculukta gezdiğim Budist ülkelerin öğretilerini, bilgilerini, kullandıkları meditasyonları ve mantraları, bilgeliklerini de öğreniyor ve kendi kendime uyguluyordum. Herhangi bir Ashram veya Budist tapınağında kalmadım, sadece bir öğretiyi takip etmek hala bana göre değil, keşfetmeyi ve öğrenmeyi sonra da kombine etmeyi seviyorum. Ama bu durum değişebilir tabii dönüşüm yolunda her şey mümkün.
Kamboçya’ya gitmek nereden aklıma geldi? Anghor Wat , yeryüzündeki önemli ağ portallarının üzerine kurulmuş olduğunu öğrendiğimden beri gitmek istediğim bir yerdi. Gezginlerden Kamboçya ile ilgili duyduklarım ise Tayland’ın bozulmadan önceki haline benzediği, güneydeki adalarının güzelliği ve ucuz olduğuydu. Sihanoukville’de Tayland’daki arkadaşlarım aracılığıyla bir bağlantı buldum ve Anghor Wat’a doğru kuzeye çıkmadan önce güneydeki adaları görmeye karar verdim.

Phnom Pehn havaalanından çıktığımda beni alacak arabayı beklemeye başladım. Asya’nın vazgeçilmezi yüzlerce motorun ve arabanın geçtiği, tozların bir bulut gibi kapladığı sıcaklık hiç hoş değildi ayrıca arabanın şöförü geldiğini söylediği halde bir saatten fazla olmuştu ve gelmiyordu.

Vızır vızır geçen motor kalabalığının arasında dikkatimi çeken kadınların hepsinin yüzlerinin, kollarının, vücutlarının kapalı olmasıydı ve hatta büyük şapkalar takıyor, eldivenler giyiyorlardı. Böyle her taraflarını örtmelerinin sebebi güneşten korunmanın dışında beyaz kalmaya çalışmalarıydı ve hatta yüzlerine beyaz fondoten kullanıyorlardı.Çünkü onlara göre beyaz kadınlar daha çekiciydi ve eş bulabiliyorlardı. Maalesef Tayland’ daki seks ve uyuşturucu turizmi, çocuk tacizi ve fuhuşu son yıllarda Kamboçya’ ya doğru kaymaya başlamış. Sömürgeler neden kendilerini sömürenlere hayranlık duyuyor ya da nasıl etki altına alınıyorlar diye soruyorum ? Sistem bütün dünyada önce kadınları köleleştiriyor çünkü dişil enerji dönüşümü sağlayan bir etki taşıyor.

Araba iki saat geç geldi, Kamboçya da Hindistan gibi, her şey beklediğinizden geç gerçekleşiyor. Sihanoukville’ e doğru ilerlerken yol boyunca Kamboçya’yı ilk keşiflere daldım. Evleri, verimsiz toprakları, kemikleri çıkmış inekleri, derme çatma marketleri, dümdüz pirinç tarlaları ve yıkık dökük evlerle kaplıydı, fakir bir ülkeydi. Ve en garibime giden ülkede dolar kullanılıyor olması ? Marketlerde alışveriş yaparken dolar veriliyor, paranın üzerini kendi paralarıyla veriyorlar. İnsanların maaşı 100-200 dolar civarındaymış, en iyi kazanan 300 dolar kazanıyor. Mayınların ülkesi fakirleştirilmekten kurtulamamış. Çocukların sayısı çok fazla, bisikletlerle birlikte birbirleriyle yarışıyorlardı, çok güzeller ve hep gülümsüyorlardı. Kamboçya ‘ da aileler öyle fakirmiş ki küçük kızlarının bakireliğini satıyorlarmış ve tıpkı Tayland’da olduğu gibi genç kızlar dedeleri yaşında adamlarla dolaşıyorlar ve maalesef Kamboçya’da bu durum gitgide yayılıyordu. ( 2015 )

Sihanoukville ‘e vardığımda Diving Center’ a gittim ve ummadığım kadar Türk ile tanıştım. Meğerse son senelerde Kamboçya’da iş kurmuş pek çok insan varmış ve güzel mekanlar açmışlar hem Sihanoukville’de hem de adalarda. Önce Koh Rong adasına doğru her gün belirli saatlerde işleyen yolcu teknelerini kullanarak yola çıktım.


Koh Rong ‘ a vardığımda beni karşılayan Türk arkadaşlar, bir Kamboçya düğününe davetli olduklarını söylediler. Hep birlikte sahilde kurulan düğün alanına tekneyle balıkçı teknesiyle gittik.
Evlenecek çift çocuk yaştaydı, Kamboçya’da da evlenme ve çocuk sahibi olma yaşı oldukça küçük. Kumsalı mumlarla ve beyaz tüllerle süslediler, fotoğraflarını astılar, masaları süslediler, büyük meyve sepetlerini hazırladılar. Ailenin büyükleri çoğunluğu hayvan ürünlerinden oluşmuş yemekleri hazırladılar. Güneşin batmasıyla davetliler geldi ve gece yarısına kadar düğün eğlencesi devam etti. İçtikleri içkilerin çokluğuna hayret ettim, içmemek ayıp gibi şişeler bitti, Kamboçya kadınları da sağlam içicilermiş doğrusu. Neyse genç çocuklar güle oynaya evlendi gitti.

Kendime kumsalın hemen kenarında bir kulübe buldum bir süre dinlenecek. Yorulmuştum, biraz hangi yöne gideceğime dair kafam karışmıştı, dinlenmeye ve içime dönmeye ihtiyaç duyuyordum. Yolculuğum boyunca çok bilgi biriktirmiştim, semboller görmüştüm, okyanuslardan dağlara akmıştım fakat bir dinlenecek , bilgilerimi toparlayacak vakit bırakmamıştım kendime. Kulübemde geçirdiğim vakitler Gayantri Mantra ‘yı her gün dinlemeye başladım. Ve sesimi en doğal haline getirecek, öz sesime ulaşmak için egzersizler yapıyordum. Sesimiz, özümüze ulaşmada en güçlü enerji kaynağıdır.

Koh Rong’ da bir haftaya yakın kalabildim, ada çok güzel fakat parti adasına dönüşmüş olması müzik kirliliği açısından bana pek hitap etmedi, çirkin yapılaşmadan dolayı ada güzelliğini kaybetmeye başlamıştı, kanalizasyonların denize boşaltılması ise denizin kirlenmesine yol açıyordu. Zaten cenet bir köşe turistik olmaya görsün maalesef birkaç sene içinde yok olmaya başlıyor. Adanın arka tarafında hala bakir kalabilmiş ormanlar ve ıssız kumsallar var ama yapılaşmanın hızına ne kadar dayanabilirler bilmiyorum.

Yol Günlüğüm : 07 . 05. 2015 Koh Rong – Kamboçya

” Kulübemde geçirdiğim son günlerde Gayantri Mantra dinlemeye başladım, gözlerimi kapatıp hem denizin sesini dinliyorum hem başka alemlere dalıyorum. Gayantri, evrendeki herkes için yazılmış, yedi çakra enerjisinin dönüşümünü aynı anda sağlayan bir mantra ve Gayatri mantrayı dinlemek Yaradan enerjiyle kontağı kolaylaştırıyor. Kendimle başbaşa doğanın içinde olabilmek içsel yolculuğuma yardım ediyor. Yaşam Çiçeği sembolü aldığım bir bluzun üzerinde vardı ama hiç inmedim derinine, seyrettiğim belgesellerle sembol açılmaya başladı. Evreni oluşturan geometrik tohumun sembolü…Hayat Ağacı ile içiçe Yaşam çiçeği…Başlangıcı ve sonu olmayan…”

Sionikville ‘ e tekrar geri döndüm, orada Nilgün ve Nil ‘ le tanıştım. Nilgün Börükanlar ile ettiğimiz ruhsal sohbetler kafamda cevap bulamadığım sorulara ışık oldu, uyanışa geçmeme çok yardımcı oldu. Saatlerce süren sohbetlerimizin ardından zihnimde bambaşka sorular oluşmaya başlamıştı. Yüksek benliğimle kontak kurabilmek için “Ben ” sandığım ilüzyonun içine girmeden, gözlemcinin kim olduğunu bulmanın keşfiyle başlıyordu her şey. Gözlemci kim di ? Öz kim di?

Angkor Wat’ ı görmek için önce kuzeye doğru Siam Reap’e gittim . Bir dönem Fransız sömürgesi olmuş Siam Reap’ in evlerinin mimari özelliği o dönemlerden kalmış. Yeşil bir şehir, genelde turistlerin kaldığı hostellerin olduğu eski bölgesindeki sokakları şirin kafelerle ve restorantlarla dolu, sanki Avrupa’da bir yermiş gibi ama birazcık bölgenin dışına çıktığınızda yok canım Kamboçya’ daydım ben diye kendinize geliyorsunuz. Sokak satıcıları böceklerle dolu el arabalarıyla geçiyordu, çıtır çıtır yiyorlar kuruyemiş gibi böcekleri.


Angkor Wat’a gitmek için bir tuk-tuk ayarlamak gerekiyor çünkü gezilecek alan çok büyük, en az 3-4 gün ayırmak gerekiyor eğer her şeyi görmek istiyorsanız. Kaldığım hostelde bir Vietnam’lı kızla tanıştım, Luy telefonuyla yaşayan tatlı bir kızdı ve birlikte Angkor Wat’ a güneşin batışını seyretmek için ana tapınağa doğru yola koyulduk.

 

               GİZEMLİ ANGKOR WAT

Angkor Wat ‘ ın, Mısır Piramitleriyle aynı enerji portalı üzerine kurulmuş olduğunu öğrendiğimden beri oraya gitmek en istediğim şeylerden biriydi. Dünyadaki bütün büyük ve kutsal tapınaklar doğu yönüne doğru yapılmışken Angkor Wat, batı yönüne doğru yapılmıştı ve dört yüzyıl boyunca dev ormanın içinde gizli kalmıştı. Böyle enerjisi güçlü mekanları ziyaret etmek bazı boyutlarla bağlantı kurmayı kolaylaştırıyormuş. Nasıl bir bağlantı kurdum bilmiyorum ama bütün gece beynimin yanmasından ve karıncalanmasından uyuyamadım, sürekli okudum ve yazdım enerjiyi dönüştürmek için , başım öylesine yanıyordu ki defalarca duş almama rağmen saçım çok kısa bir sürede kuruyordu. Ve bunlar delilik değildi, herkes farklı deneyimler yaşayabilir, özellikle enerji alanındaki maddeleşmiş negatif vibrasyonlar dönüşürken beden, bu dönüşüme farklı tepkiler verebilir. Yani gaipten sesler duymaya başladıysanız endişelenmeyin hatta bu iyiye işaret. Vibrasyonlar dünyasına hoşgeldiniz. Evrende her şey titreşim halindedir.

Angkor Wat’ ın çam kozalaklarına benzeyen kulelerinin ardında batacak güneşi seyretmeye yüzlerce insan gelmişti.

Budist tapınağında kalan monklar büyük bahçenin etrafında dolaşıyor, sokak satıcıları evlerine dönmeden önce turist kalabalığına sepetlerine doldurdukları yiyeceklerden satıyordu.


Angkor Wat, 1115-1145 yılları arasında Kral 2.Suryavarman tarafından Hindu tanrısı Vişnu adına yaptırılmış dünyanın en büyük tapınak şehri ve 13. yüzyıla kadar Khmer Krallığı’nın başkenti olmuş. Tapınak onüçüncü yüzyılda Hindu tapınağından Budist tapınağına dönüştürülmüş. Krallığın Tayland’ dan gelen saldıralara dayanamayıp, gücünü yitirerek Phnom Penh’ e taşınmasından sonra kilometrelerce alana kurulmuş tapınakların üzerini bitkiler, toprak, kayalar kaplamış, dev ağaçlar kökleriyle sarmalamış, adeta doğa tarafından korunmuş, saklanmış.

Dört yüzyıl boyunca balta girmemiş dev ormanın içinde gizlenen tapınak, 1858’de Fransız Doğa bilimci Henri Mouhot tarafından yeniden keşfedilmiş. Üzerindeki topraklar, yabani otlar ancak yirminci yüzyılda temizlenmiş ve 1992 yılında UNESCO Dünya Mirası listesine alınmış.

Angkor Wat, bin metrekarelik bir alana yayılıyor ve en muazzam mimari özelliği suyun üzerine inşa edilmiş olması. Khmer mimarisinin özelliklerini taşıyan büyük tapınağın dış cephesinde iki küçük, bir büyük kubbe bulunuyor. Hint mitolojinde tanrıların dağı olarak geçen Meru Dağı’ nı simgelemek amacıyla yapılmış.

Ertesi sabah erken saatlerde Angkor Wat’ ın bin kilometre kareyi bulan geniş alanındaki diğer tapınakları görmek için Luy ‘la ayarladığımız tuk – tuk ile yola çıktık.

Dev ağaçların dalları yola doğru uzanıyordu, hayranlıkla seyrediyordum ağaçların köklerinden fışkıran güzelliği. Kilometrelerce alanın üzerinde yüze yakın tapınak, heykeller, mezarlar, şehrin eski kalıntıları bulunuyor.

Ta Phom Tapınağı, girişinden itibaren tapınağın yıkık duvarlarıyla bütünleşmiş ulu ağaçlarla karşılıyor, öylesine büyük kovukları var ki içine oturuyorum, bir yuva gibi.

Hatta dev kovukların içine bir ev kurup yaşayabilirim diye düşündüm.

Ta Phom, Tomb Raider filminden sonra çok meşhur olmuş, turistlerin akın akın geldiği yerlerden biri.

Aslında tapınağın meşhurluğundan öte en önemli özelliği dev ağaçlarla ve kökleriyle öylesine bütünleşmiş ki dev taşlar erimiş gibi akan ağaç kökleriyle kaplı. Tapınak, orman olmuş. Turist kalabalığından zarar gören tapınağın etrafında restorasyon çalışmaları yapılıyordu ve tahta parmaklarla çevriliydi. Kovuğa yerleştim, alemi seyre daldım.

Angkor Wat Tapınakları’ nın tüm yüzeylerinde, çatılarda, pervazlarda, sütunlarda taş heykeller , Hint mitolojisinden sahneler, hayvan ve insan figürleri, soyut motifler içeren ve genellikle yarım kabartma frizlerden oluşan binlerce rölyef var.

En etkilendiğim tapınaklardan biri Buda’ nın dört yüzünün dev kayalıklara yapıldığı Bayon Tapınağı oldu.

Hindu tapınağından Budist tapınağına dönüştükten sonra yapılan bu tapınak, 216 tane Buda yüzünün olduğu dev taş blokların yerleştirilmesiyle inşa edilmiş. Başka bir söylenti bu yüzlerin tapınağı yaptıran Kral Jayavarman’ a ait olduğu. Bana Buddha’ yı anımsatan onlarca yüzün arasında kaldığımda, ayna misali bakıyordum her birine. Yalancı benliklerle çevrelenmiş ne kadar çok maskelerle çevriliyiz. Kadim öğretilerin hepsinde anlatılan bir soğanı soyar gibi yalancı benlikleri temizlemek, çıkan her yeni tabakaya kanmadan merkeze, öze inene kadar ilerlemek. Oraya ulaştığımızda ise bizi bekleyen sonsuzluk. Ortasında kalakaldığım yüzlere dedim ki ; sağım, solum, sobe !

Yol günlüklerimden : 12 . 05 . 2015

” Angkor Wat ‘ı tapınaklara giderken dev ağaçlarla çevrili yoluyla ve tapınaklarla bütünleşmiş, sarmalaşmış, toğrağın ve kayalıkların yüreğinde pençelenmiş, beni bir yuva gibi koruduğunu hissettiğim, güven duyduğum, metrelerce göğe uzanan ağaçların kovuklarıyla hatırlayacağım. Taşıdığım beyaz ipi, Banteay Kdei, Kadınlar tapınağının bir deliğine yerleştirdim, Babamın ruhunu kucaklayarak, bugün onun doğum günüydü.Ruhu huzur içinde, sevgiyle dolu olsun.
Özüme yaklaşmanın bazen deliliğe yakın bir duygu olduğunu farkediyorum. Hemen korkularım ortaya çıkıyor, onlarla yüzleşmekten korkmamaya başladım. Artık gecenin karanlığında ormanların içinden geçebiliyorum, gelen her korkuyla yüzleşerek. Ormandan çıkacaksa bir peri çıkmasını diliyorum, duyduklarıma göre Kamboçya ormanlarında periler dolaşıyormuş. ”