SES DALGALARI VE BEYİN

İnsan beyni, her şey devrelerine işlenmiş halde ortaya çıkmaz, yaşamsal deneyimlerin ayrıntılarıyla sürekli olarak yeniden biçimlenir. Dünyaya geldiğimizde beyinlerimiz belirli oranda genetik ön programlamadan geçmiş durumdadır. Soluk alırken, ağlarken, süt emerken, yüzleri tanırken ve ana dilimizin ayrıntılarını öğrenirken bu özellikten yararlanırız. Fakat insan beynindeki ayrıntılı devre şeması programlanmamıştır, ağların ince ayarı deneyimlerle gerçekleştirilir. Bu şekilde beynin yerel koşul ve ayrıntılara uyum sağlaması mümkün olur.

Çocuk ve yetişkinlerdeki beyin hücrelerinin sayısı aynıdır, işin sırrı bu hücrelerin birbirine nasıl bağlandığında yatar. Yeni doğan bebeğin nöronları birbirinden oldukça farklı ve bağlantısızdır. İlk iki yılda aldıkları duyusal bilgilere bağlı olarak nöronlar birbirleriyle çok hızlı biçimde bağlantı kurmaya başlarlar. Bebeğin beyninde saniyede yaklaşık iki milyon yeni bağlantı, yani sinaps oluşur. İki yılın sonunda bebekteki sinapların sayısı yüz trilyonu aşarak, bir yetişkindeki sinaps sayısının iki katına ulaşır.

Beyin, artık bir zirve noktasına ulaşmış ve ihtiyaç duyacağından çok daha fazla bağlantı kurmuş durumdadır. Bu noktada, yeni bağlantıların oluşum süreci, yerini nöral ” budama ” olarak bilinen bir başka stratejiye bırakacak, yaş ilerledikçe sinapsların yüzde 50′ si yavaş yavaş budanıp ortadan kalkacaktır. Bu açıdan bakarsak, kim olduğumuzu belirleyen süreç, önceden var olan olasılıkların tek tek elenmesiyle ortaya çıkar. Bizi biz yapan, beynimizde gelişen değil, beynimizde yok edilen şeylerdir aslında.

Yirmi beş yaşına geldiğimizde, çocukluk ve ergenlik dönemine özgü dönüşümler tamamlanmıştır. Kimlik ve kişiliğimizdeki yapısal kayma ve değişimler son bulmuş , beyin de tam gelişken haline gelmiştir. Birer yetişkin olarak kişiliğimizin veya kimliğimizin artık sabit ve değişmez olduğunu düşünüyor olabilirsiniz ama durum hiç de böyle değildir. Yetişkinlikte dahi deneyim beyni değiştirir ve bu değişim korunur. Her birimiz, genlerimiz ve deneyimlerimizin yönlendirmesiyle kendi çizgimiz üzerinde yol almakta olduğumuzdan, her beyin de kendi içsel yaşamına sahiptir. Bir kar tanesi ne kadar benzersizse, bir beyin de öyledir.

Sahip olduğumuz trilyonlarca bağlantı hiç durmaksızın tekrar tekrar oluştukça, ortaya çıkan ayırıcı örüntüler, sizin gibi birinin daha önce var olmadığı ve bundan sonra da var olmayacağı anlamına gelir. Şu anda deneyimlediğimiz bilinçli farkındalık, yalnızca ve yalnızca bize özgüdür. Fiziksel madde sürekli değişim gösterdiğinden , biz de öyleyiz. Sabit ve durağan canlılar değil, doğumdan ölüme kadar işlenip gelişen birer yapıtız.

          MÜZİK VE SES DALGALARININ BEYİNE ETKİSİ

Beynin anotomisi, hayatın müzikal veya sanatsal yönleriyle alakalı görünmeyebilir. Ancak bu sinir alanlarının zekası ve işlevinin, dinleme ve iletişimle ilgili tepkilerimizi düzenlemede nasıl farklılıklar gösterdiğini anladığımızda, düşüncemizin farklı seviyelerini daha uyumlu hale getirmeye başlayabiliriz. Konuştuğumuz dilin etkileri, kelimelerimizin altındaki güç ve iç hareketlerden neokorteksdeki yüksek bilinç durumlarına ulaşmak için duyulan güçlü özlemlerin hepsi zihin tarafından kontrol edilir. Beynimiz, eşsiz bir senfoni orkestrasına benzetilebilir.

Washington National Institute of Health ‘de, Neoroloji araştırmacılarından Dr. Paul MacLean, zekamızın anlaşılamayan parçalarını öğrenmek, muazzam bir değere sahip olan beyin işlevlerini gözlemlemek için bir model yarattı. MacLean, beyini ana üç bölüme ayırdı ; 1) Eski otonomik beyin 2) Duygusal, bağlayıcı orta beyin 3) Korteksin daha yeni sol ve sağ ön alanları.

Kök beynimizin biraz yukarısında yer alan beynin en alt bölümünü, MacLean “sürüngen beyin” olarak adlandırmış çünkü timsahlar ve yılanların beyinleriyle çok benzerliklere sahip.

Beynin bu bölümü yiyecek, barınma, çiftleşme ve toplumsal ihtiyaçlara otomatik olarak cevap verir, duygusal bağlantıya geçmeden ve düşünmeden sadece ihtiyacını karşılar. Yaşadığımız evi koruma dürtüleri, bedeni korumak, avlanmak, yiyecekler yetiştirmek ve üremek bilinçli düşüncelerimizin derinlerinden gelir. Hayvanlar, balıklar ve kuşlar da yiyecek bulma, yuvalarını yapma ve koruma gibi otomatik yaşamsal dürtülerini sezgisel, doğal bir sistemin içerisinde gerçekleştirirler.

Beynin orta bölümü ( limbic system ), bedenin tonunu ve duygusunu düzenler. Ağlamak, acı çekmek, neşe, coşku ve derin duygusal yansımalar beynimizin bu bölümünden gelir. Bir annenin bebeğine mırıldanmaları ya da farklı sesler çıkararak bağlantı kurması, emme, tıslama, iç çekme, evcil hayvanlarımıza çıkardığımız sesler ve derin keder ya da heyecan duyduğumuzda kendiliğinden ortaya çıkan sesler, bilişsel dilin altında yatan bu sonik sezgiyi yansıtıyor. Bu sesler hiçbir sözcük içermese dahi anlatmak istediğinin ne olduğunu sezgisel olarak anlayabiliyoruz.

Beynin orta bölümü aile, bağlılık ve sosyal aidiyetin arzulandığı kısımdır. Eski otonomik beyinden kaynaklanan sürüngen davranışında, canlılar çiftleşir ve doğan canlı doğanın kaderine bırakılır fakat kökeni orta beyinden gelen memelilerin davranışlarında, doğan yeni canlıya bakılır, korunur ve yetişkin olana kadar terk edilmez. Bizim doğal dürtülerimiz, eski memeli beyinden kaynaklanıyor.

Beynimizin bu alanını, temel doğal ritimlerimizle bilinçli bir şekilde iletişim kurmak için kullanıyoruz, beynimizin orta bölümü bilinç ve bilinçaltı arasındaki bir bekçi gibidir. Bilinçli halimiz ile bilemediğimiz, bilinçaltından gelen duyguların, korkuların, sevinçlerin, özlemlerin bulunduğu yerdir. Burada bilinçli bir zaman duygusu yoktur ancak mizaç, ruh hali ve bilinçli tepkilerimiz vardır. Duygusal bir travma yaşarsak bu alan o kadar savunmasız hale gelebilir ki ego kontrol içinde kalabilmek için duygusal tepkiler veren bölümü kapatır.

Müzik, beyindeki yüksek bölgelerdeki bilinçli farkındalık yoluyla orta beyini etkiler ve beynimizin alt kısımlarını doğrudan etkileyen yüksek beyin merkezleri olmaksızın ritim ve ses titreşimleri yoluyla davranış ve sağlığımızı da etkiler. Sol beyin ve sağ beyinin ikiye bölünmesi kısmen doğrudur. Fakat bilinçli algılamaları kullanmanın bir milyon yolu var. Artık iki beyin hakkında basit bir görüş üzerinde duramayız. Beynin ve bedenin tüm parçaları büyük bir senfoni orkestrasının tüm üyeleri gibi farklı işlevlere ve performans tarzlarına sahiptir.

Prefrontal loblar beynin en yeni bölümündedir. Bu alan neokorteksin ön alanında, alındadır. Sol ve sağ yarım küre parçalarından oluşur ancak benzersiz bir kaliteye sahiptir. Tam kalıpları, işlemleri ve prosedürleri görebilir. Faaliyetlerin başlangıcını, ortalarını ve doruklarını hissedebiliyor. Alçakgönüllülük, adalet, sevgi, empati ve şefkat gibi kelimeleri anlayabilir. Sol beynin tanımlayabileceği ancak somut bir şekilde tam olarak anlayamadığı kelimeler. Bu, beynin bilinçli, dua eden bir parçasıdır. Bu üçüncü göz, üçüncü kulak ve algısal ruhsal akıldır. Tüm yaşama saygı duyabilir, bütünsel kalıpları algılayabilir ve çok karmaşık etkinlikleri koordine edebilir. Beynin bu bölgesi, sinirsel senfoninin bilinçli şefidir.

Müziğin temel gücü, fiziksel bedendeki ritmindedir. Yürümek, koşmak, nefes almak ve kalp atışları sonik dünyanın altında yatan temel vuruşları yaratır. Geleneksel danslar ve şarkılar her bölgenin farklı vuruş kalıplarını ve dilsel tonalitelerini yansıtır. Birbirinden farklılıklar gösteren bu kombinasyonlar doğal çevre, iklim, yiyecek ve her bölgedeki sosyal grupların fiziksel aktivitesine göre geliştirilir. Bir kültürün müziğini dinlediğimizde ya da danslarını seyrettiğimizde, o kültüre ait “bedeni “anlamaya başlarız.

Farklı sinir alanlarının kalıplarına, gereksinimlerine ve yanıtlarına saygı duymayı ve bunları birbirine bağlamayı bilinçli bir şekilde öğrenirken, daha uyumlu insanlara dönüşmeye başlayabiliriz. Müzik, fiziksel ve duygusal olarak farklı beden, zihin kalıplarını harmonik bir dengeye getirebilir.

Bir düşünce ortaya çıkmadan önce artan güç ve bilgi toplama kabiliyetimizin anahtarı, sesin altındaki enerjiye, ton ve titreşime dayanır. Uzun tonlamalar yapmak beyin dalgalarını uyumlu hale getirirler fakat tonlama sırasında sol beyin kolayca sıkılabilir, rahatsız edici ve kritik yapan bir hale gelebilir. Meditasyon ve tonlama alıştırmaları, yalnızca mantıksal düşünceyle bulunamayan keşifler getirmektedir.

Sessizliğin keşfedilmesi ve beden içindeki sonik titreşimin başlangıcı, durgunluk ve disiplin gerektirir. Tonun gücünü anlamak, düşüncenin nefesin fiziksel tonalizasyonu ile birleştiği bir dizi kişisel deneyim gerektirir. Sol beyin, uzun ve kesintisiz dönemler için tonlama yapmadığı sürece böyle bir sorunun cevabını bilme yeteneğine sahip değildir.

Tonlama, beyin dalgalarının kulaklıklar aracılığıyla algıladığı sonik yöntemlerden farklıdır. Bir şamanın iyileşme sürecine yardımcı olmak için çıkardığı özel seslerden de çok farklıdır. Uzun tonlamalar, kutsal kelimeler ya da dualar ; akıl, nefes, kalp atışı ve enerji sistemlerini merkezlemek , gücünü genişletmek için gereklidir. Tonlamanın yararını kavramadan hemen şarkı söylemeye veya melodiler yaratmaya geçmek tonlamanın doğal, titreşimli ve iyileştirici karakterini ortadan kaldırmaktır.

Gelişmiş ses salınımı ve sanatsal ifade biçimleri, bütün kültürler için gereklidir ve önemlidir. Sanat ve müzik her bireyin gelişimi için önemlidir. Ancak sürekli tonlama, beyin dalgalarını armonize eden bir güce sahiptir. Çünkü tonlamayı yapan sizsiniz, orkestra şefi sizsiniz. Tonlama yapmak kendimiz ile olan bağımızı güçlendirerek derin bir his yaratır. Güvenli ve tamamen farkında olan bir zihin durumunda hoşnutluk durumuna gidebiliriz ve iç dünyamızla kontağa geçeriz.

Beynimiz, belirli bir notanın flüt, gitar veya piyano ile çalınıp çalınmadığını hemen anlayabilir. Fakat armonikler filtrelenirse, beynimiz bu enstrümanlar arasındaki farkı ayırt edemez. İnsan sesi, birçok enstrümanın kapasitesinin ötesinde sesin en ince ton ayarlamalarını yapabilme yeteneğine sahip, armonikleri en zengin müzikal enstrümandır.

Beynin bu kısa ve basit açıklamaları, bir orkestradaki enstrümanın müzikle karıştırılmaması gerektiği gibi, bilincimizi veya manevi doğamızı açıklamaya yönelik değildir. Müziğin ruhu, besteci ve icracıdadır. Öz varlığımız, beynin tüm bölümlerini ancak yeni deneyimlerle ve kendini yeniden keşfederek aşabilir. Alışılmış kalıpları aşabilmenin yolu ise yaratma cesaretidir.

Öz’ Lem . Kazdağları. Şubat 2019

Kaynaklar :

Beyin ( Senin Hikayen ) / David Eagleman

The Roar of Silence / Don G.Campbell