BAŞLANGIÇTA ” SES ” VARDI

Başlangıçta ” söz ” vardı. Peki sözün başlangıcı neydi? Dünya zamanımızın dışında kısa bir an mıydı? Ya da zamanın başlangıcından çok mu önce oldu? Yunanca, Logos sadece “söz ” anlamına gelmez , aynı zamanda “ses” anlamına da gelir. O ; titreşimdir, güçlendirilmiş harekettir, ilk anlamı farkındalıktır ve yaratılışın kendini tanıdığı ilk andır. Söz, ses, ışık ve düşünce çok önemli bir şekilde birbirlerine bağlıdır çünkü her biri diğerlerine nörolojik, felsefi ve teolojik bağlamlarda kardeştir.

Zamanın ve mekânın başlangıcından önce, mutlak ve kusursuz olan yüce Yaratıcı, evren olarak tanık olduğumuz ve “yaşam” olarak adlandırdığımız oyunu sergilemeyi arzu etti. Sınırsız boşluğun içine girerek tüm olası formları içeren , görünmez ve görünür, duyulabilir ve duyulmaz olan güçlü bir tohum titreşimi gönderdi. Bu sözcük, titreşimlerin titreşimi, seslerin sesi, tonların tonu idi. Sevginin en saf haliyle titreşimi olan bu ilk hareket, tıpkı kalplerimizin nabzı veya vuruşu gibidir. Bu titreşim, orijinal tonun üstünde ve altında, sonsuz üst ve alt tonlar üreten bir dalga formuna genişleyerek , yaratımın pek çok aşamasını oluşturdu. Bu duyulmaz titreşim dalgaları, yaratılışın yapıtaşları haline geldi , biz de dahil olmak üzere yaratımın sayısız biçimlerini oluşturdu ve bunu sürdürmeye devam ediyor.

Tohum, kendisini bir dalga paternine dönüştüren ve nihayetinde bir nabız haline dönüşen formdur. Titreşim şekillerinin nasıl oluştuğunu anlamak için, gittikçe daha hızlı hareket eden bir fan veya pervanenin bıçaklarına bakabilirsiniz. En sonunda çok hızlı bir şekilde dönerler ve göz neredeyse katı bir dairesel nesne görmeye başlar. Bu tıpkı çevremizdeki dünyayı maddesel olarak nasıl gördüğümüz gibidir, bunu anladığımızda her şeyin birbirine bağlı titreşimsel enerjiler ağı olduğunu anlayabileceğiz.

Titreşim veya duyulabilir biçimindeki Ses, dünyadaki iki karşıt kuvvetin sonucudur. ” Enerji ” kelimesi basitçe ” hareketlilik ” anlamına gelir. Diğer kuvvet ise evrende görünüşte varolmayan ve mutlak bir ” hareketsizlik ” halidir. Eski yunanca ” Tone ” yani ” ton ” gerginlik anlamına gelir. Bu gerilim olmadan insan sesinden veya herhangi bir müzik aletinden ses üretilemez. Bu iki kuvvet arasında oluşan titreşimler, dalgalar halinde yayılırlar , armoniklerini oluştururlar ve sonra yeniden mutlak durgunluk ( sessizlik ) haline geri dönerler.

Ses ve titreşim terimleri eşanlamlıdır. Ancak bu fenomenin duyulabilir olanın ötesinde bir çok seviyede gerçekleştiğini anlamalıyız. Ses dalgaları yeryüzündeki atmosferde titreşir ve kulaklarımız bu frekansların aralığına cevap verir. İşitme alanımızın üstünde ve altında yüzbinlerce duyulmaz frekans vardır. Daha yüksek ses perdelerini duyma yeteneğimiz yaşla birlikte azalır. Bu yüzden çocuklar, yetişkinlerden daha geniş bir ses aralığı duyarlar.

Eğer tüm duyulabilir sesleri , eşzamanlı olarak duyabilseydik bu sürekli bir koşuşturma akışı gibi görünebilirdi. Şelalelerin çarpışma sesi, devasa okyanus dalgalarının kırılması ve şiddetli rüzgarların sesleri kulaklarımızdan beynimize ulaşırken tüm enerjiyi uyaran titreşimli bir kaos üretirdi. Bu tıpkı damarlarımız ve atardamarlarımızdaki kan akışının seslerinin hepsini aynı anda duyduğumuza benzer olurdu. Milyonlarca karmaşık sinir algılayıcısındaki uyarılmanın farkında olsaydık, bu kadar büyük bir kaotik bilgi akışını bilincimizle anlamak mümkün olamazdı. Ancak bilinçli sesin duyulmaması, sonik uyarımı başka bir şekilde deri, saç ve kemiklerimizden almadığımız anlamına gelmez. Ayrıca duyu organlarımız ile algılayamadığımız fakat altıncı his ismi verilen duyumuzla ya da sezgisel olarak algılayabildiğimiz titreşimler vardır.

Günümüz astrofizikçileri , ” Big Bang ” yani evrenin yaratımının başladığı ” büyük patlama ” nın sesini hala tespit etmeye çalışılmaktadır. Patlamanın ana sesinin ya da tonların tonunun , titreşimlerin öz kaynağının hala bizi ve tüm yaratımları sürdürmeye devam ettiğini öne sürüyorlar.

       SÜPER SİCİM KURALI, TİTREŞİMLER VE MÜZİK

Süper sicim kuralı ile astrofizikçiler, son on yıl içerisinde, evrende bilinen bütün kuvvetleri birleştirecek kapsamlı ve matematiksel sonuçlar elde etmişlerdir. Ve süper sicim kuramının , en temel ” evrenin teorisi ” olabileğini dahi iddia etmektedirler. Bu kuram, evrenin kökenine, zamanın başlangıcına ve hatta çok boyutlu evrenlerin varlığına ilişkin öngörülerde dahi bulunmaktadır.

Süper sicim kuramı, doğadaki değişmez yapı taşlarının titreşen minik sicimlerden meydana geldiğini varsayar. Eğer bu doğruysa vücudumuzdan tutun da en uzak yıldıza kadar bütün maddelerin içindeki proton ve nötronların sonuç olarak sicimlerden oluştuğu anlamına gelir. Bu sicimleri hiç kimse görmemiştir çünkü bu sicimler ya da titreşimler gözlem yapabilmek için çok küçüktürler ( Yaklaşık olarak bir protonun 100 milyon kere milyonda biri kadardırlar ). Süper sicim kuramına göre , Dünya’ mızın nokta şeklindeki parçacıklardan meydana gelmiş gibi görünmesinin nedeni , ölçü aletlerinin bu minik sicimleri göremeyecek kadar kaba saba olmasıdır.

Süper sicim kuramı, tıpkı bir keman telinin bütün müzik notalarını ve armoni kurallarını ” birleştirmek ” için kullanılabilmesi gibi, doğanın tutarlı ve her şeyi kapsayan bir resmini çizmek için kullanılabilir. Tarihsel olarak, müzik kuralları değişik müzik seslerinin deneme ve yanılma yöntemi uygulanarak ancak binlerce yıl boyunca araştırılmasından sonra açık ve kesin bir biçimde ifade edilmiştir.

Bu çeşitli kurallar, günümüzde tek bir resimden- yani her biri müzik gamının ayrı bir notasını yaratan farklı frekanslarda titreşebilen bir telden- kolaylıkla türetilebilir. Titreşen tel tarafından DO veya Sİ bemol gibi notalar, kendi başlarına diğer hiç bir notadan daha temel değildir. Buna karşın temel olan şey , tek bir kavramın, titreşen tellerin, armoni kurallarını açıklayabileceğidir.

Bir keman telinin fiziksel özelliklerini bilirsek, müzik notalarına ilişkin karmaşık kuramı öğrenebilir ve yeni armoniler ve akorlar öngörebiliriz. Aynı şekilde, süper sicim kuramına göre doğada bulunan temel kuvvetler ve çeşitli parçacıklar, titreşen tellerin farklı kiplerinden ( modlarından ) başka bir şey değildir. Örneğin kütle çekimsel etkileşime yol açan şey, dairesel bir sicimin ( bir döngünün ) en alt düzeyindeki titreşim kipidir.

Sicimin daha üst düzeylerde uyarılması, farklı şekillerde maddeler yaratır. Süper sicim kuramının açısından bakıldığı zaman hiç bir kuvvet veya parçacık, bir diğerine kıyasla daha temel değildir. Bütün parçacıklar, yalnızca titreşen sicimlerin farklı titreşimsel rezonanslarından ibarettir. Böylece evrenin neden böylesine zengin çeşitlilikte parçacık ve atomlarla dolu olduğu süper sicim kuramı tarafından açıklanabilmektedir.

Eski zamanlardan beri sorulmakta olan ” madde nedir ? ” sorusunun basit yanıtı, maddenin sicimin tıpkı SOL veya FA notaları gibi farklı kiplerde titreşen parçacıklardan meydana geldiği şeklindedir. Sicim tarafından yaratılan             ” Müzik ” , maddenin kendisidir.

                   TOHUM SES

Bir parçası olduğumuz evrende, her birimiz kendi özel frekanslarımızla titreşsek de armoniklerin sonsuzluğunun içinde bir zincir gibi birbirimize bağlıyız. Evrenin her hangi bir köşesinde gerçekleşen negatif veya pozitif bir oluşumunun bizi de etkilediğini fark etmeliyiz. ” Titreşim ” ya da ” Ses ” dünyanın kozmolojik görünümü ile fiziksel, duygusal ve ruhsal bütünlüğümüze nasıl bağlı olabilir ?

Latince ” re- sonare ” , rezonans ” to return to sound ” yani titreşime geri dönmek anlamına gelir ve rezonas prensibi ile gerçekleşir. Sesin fiziği , iki tür rezonans içerir ( sympathetic ve forced ), tıpkı bizim dilimizde de olduğu gibi sempatik ve zorlanmış rezonans. Bir titreşen nesne, aynı frekansa sahip başka bir nesneyi harekete geçirdiğinde , sempatik rezonans veya titreşim meydana gelir. Bunun en iyi bilinen bir örneği ; bir şarkıcının , aynı ses frekansı ve aşırı rezonans sebebiyle bir camı parçalamasına benzer.

Zorlanmış rezonans ise titreşen bir cismin altındaki frekansın gücü ne olursa olsun başka bir nesneyi harekete geçirdiğinde gerçekleşir. Örneğin, keman veya piyanoda titreşen teller, enstrümanların ahşap gövdelerine rezonans yapar ve ses, genişleyerek daha sonra daha büyük bir rezonansa uğrayacaktır. Başka bir deyimle bir tireşimin arkasındaki güç, gelişigüzel ise düzensiz, ritmi bozuk bir şekilde birbirini söndüren kuvvetler oluşur ve titreşimler genişleyemez, çoğalamaz, yükselemez ve yeni rezonanslar oluşamaz.

Duygularımız, fiziksel bedenlerimiz ve genellikle aura olarak adlandırılan bedenimizi çevreleyen bir enerji alanıyla iç içedir. Hücreler, kaslar, organlar, salgı bezleri, vücudun kan dolaşımı , sinir sistemi ve aurik alanın tümü ses rezonatörleridir ve karmaşık bir müzik aleti ile karşılaştırılabilir. Bu enstrümanın en görkemli sesini üretmesi için mükemmel bir uyum içinde olması gerekiyor: her yönden doğru frekansta titreşmesi.

Bu, bir insanın tamamen ve gerçekten “rahat” olabileceği bütünsel sağlığın son noktasıdır. Öte yandan, belirli titreşim kalıpları doğru frekanslarını yitirdiğinde ve ” tonun dışına çıktığında ” hastalanır ve ruhsal, bedensel ya da zihinsel bir “hastalık” kazanır. Hastalığın ya da ” ana tonun dışında ” olmanın ilk belirtileri endişe, korku, öfke, hırs, açgözlülük, kıskançlık, dedikodu, hareketsizlik, hayal kurma yeteneğinin kaybı, rutin alışkanlıklar ve farkındalık kaybı gibi listelerle uzayabilir.

Bilinçli ve hatta bilinçsiz arzularımız, bu bağlantıyı seslerimiz ve düşüncelerimiz aracılığıyla büyük ölçüde yaymaktır. Gerçekten düzenli olduğunda , ritminde, titreşimler düzenli nabız atışı gibi yayılabilirler , iyi bir enerji salınımı hissedilebilir ve duygularımız olumsuzluktan kurtulabilir.

Ruh düzeyinde de hepimiz birden birbirimize ve ana tona, tohuma, ” Seslerin sesi ” ne bağlıyız, Yaratıcıya, fakat değişen aşamalarla O’ nun kök bağlantısından koptuk. Ruhsal arayışların ve dinlerin her birinde kopulmuş bu yuvaya dönüş ile ilgili aşk, seslerin sesine yeniden kavuşmak için dualar, yakarışlar, ruhsal çalışmalar var. Yaratıcı ‘ nın yanına ulaşmak, nirvanaya ermek, aydınlanmak, cennete ulaşmak…. Peki bütün bu ruhsal dönüşüm tekniklerini uygulayan ” tohum ” hangi alemde? Nasıl titreşiyor, hangi şarkıları söylüyor, nasıl sözcükler ile konuşuyor, bilinçli olarak ya da olmayarak neler işitiyor ?

Dualarımızın ya da yakarışlarımızın içinde materyalize edilmiş parçalar var mı ? Yeni iş, ev, araba, eş, aşk, güç, para… Bilgeler, nirvanaya ulaşma, aydınlanma ya da cennete ulaşma isteğinin dahi zihinsel egonun bir oyunu olduğunu söylerler çünkü içerisinde yine arzular vardır. Diyelim ki sen aydınlandın, başka boyutlarda dolanıyorsun, müthiş konuşmalarla insanlara fikir veriyorsun ya da bilmem ne boyutundan aldığın bilgilerle insanlara şifa dağıtıyorsun, şaman davulunu eline almış tam- tamlar yapıyorsun, kafanın üzerinde dakikalarca durabiliyorsun, saatlerce kutsal kitapları eline almış dualar okuyorsun…

Sonra bu müthiş ruhsal boyuttan çıkıyorsun, ölmediğine göre dünya alemi boyutuna geri dönüyorsun. Kapıdan çıktığında sokak kedisini tekmeliyorsan, durduk yere sinirlenip birisine kızıyorsan, yediğin şeylerin plastiklerini doğaya atıyorsan, suları kirletiyorsan, ağaçları kesiyorsan, ormanları yakıyorsan, diğer canlıları öldürüyorsan, korkuların varsa, hem kendine hem de diğer insanlara yalan söyleyerek koca dilini tutamıyorsan, ah ben müthiş aydınlandım ama ne olacak bu insanlığın hali çok cahiller diyorsan, çekirdek ailen hariç diğer toplulukları önemsemiyorsan, hatta toplumlara vaaz verecek bir pozisyona gelmiş ve sadece ayrımcılığa, bölücülüğe, savaşlara, öfkeye, endişeye ve sevgisizliğe yol açacak sözler sarf ediyorsan Samsara ‘ nın büyük tuzağına hoş geldin. Ana tondan çıktın. Ne nirvana kaldı, ne aydınlanma ne de hurilerle dolu cennet köşeleri. Ağzından alevler çıkan ejderha yedi seni düştün cehennem ateşine. Tabii bu şeytan olmalı yoksa düşmezdin bu tuzağa.

Bizlere, doğal gücümüz ve yeteneklerimizden emin olmamamız ve korkmamız öğretildi. Doğadan uzaklaştık, koptuk, ayağımız toprağa basmaz oldu, rüzgarlar saçlarımızı savurmaz oldu ah evet ceryanda kalıp hasta oluruz. Arayışlarımızın çoğu bu yüzden hala dış dünya ile ilgili, uyanış beklentilerimizi hocalarla, gurularla, şifacılarla, doktor reçeteleriyle, her zaman seçici olamadığımız internetten ya da televizyonlardan gelen karmaşık bilgilerle dolduruyoruz. Uyanış gücünü, kendi içimizde taşıyoruz. ” Tohum sesimiz ” de. Öz titreşimimizde, kaynakta.

Peki bu gücü nasıl harekete geçirebiliriz, bilincin yüksek durumlarını nasıl deneyimleyebiliriz? Sufi düşünür Inayet Khan der ki ” Kendi sesinin anahtar tonunu kim bulursa, o zaman kendi varlığını kurtarabilir ve başkalarına yardım edebilir. ” Pek çok bilge bir de sessizlikten bahseder ki titreşimlerin düzenli yayılması için dinlemek, işitmek çok önemlidir. Boşluk, hiçlik. Titreşimlerin kaynağa döndüğü mutlak sessizlik, yeni yaratımın başladığı yer.

Ses olmadan sessizlik olmaz, ikisinin dengede olması armoniyi yaratır. Rezonansın yükselmesi ve yayılması ile diğer titreşim boyutlarına ulaşabiliriz, bu uyanış gücünü hem kendi içimizde hem de diğer tüm canlılarla birleşerek, Bir olarak gerçekleştirebiliriz.  Evrene yayılan titreşimler güçlenir, yayılırlar, birlik şarkıları söylenir, kuşlar cıvıldar, sular şakırdar, dalgalar coşar, çiçekler tohumcuklar, meltemler fısıldar, yıldızlar ışıldar, Ay şarkılar söyler, sen yoksan ben de yokum. Bir ‘ lik evrensel uyanışın şarkılarını söylüyor.

ÖZ’ LEM . 2018 Mayıs . Zeytinli

KAYNAKLAR :

– Einstein ‘ dan Ötesi . MICHIO KAKU ve Jennifer THOMPSON ( ODTÜ yayıncılık )

– The Healing Power of the Human Voice . James D’ Angelo

– The Roar of Silence . Don G. Campbell

– The Mysticism of Music, Sound and Word. Hazrat Inayat Han