İSPANYA ( Barcelona – Alicante – Granada ) ve TENERİFE Adası

Kutsal sesin peşindeki yolculuğum beni vibrasyonlar dünyasının derinliklerine doğru sürüklerken aynı zamanda armonik şarkıcılığı tekniklerini öğrenmeye başlamıştım. Bu teknik opera şarkıcılığından çok farklı olsa da bildiğim temel nefes teknikleri ve sesimi nasıl kullanacığımı bilmem bana çok kolaylıklar sağladı. Ses şifacılığı ve armonik şarkıcılığını geliştirmek için araştırmalar yaparken İspanya’ da hem bu eğitimleri veren hem de overtone şarkıcılığı yapan Nestor Kornblum ve Michele Averard’ ın öğretmenler yetiştiren eğitimine katılmaya karar verdim

Kursun yapılacağı Alicante’ ye gitmeden önce bir süre Barcelona’ da kaldım. Barcelona, İstanbul’ a çok benziyor hatta sahilde oturup martıları seyrederken vapurların sesi uzaklardan kulaklarıma ulaştı. Katolonya topluluğunun merkezi olan Barcelona’ da Katalanca dili konuşuluyor ve uzun süredir İspanya’ dan ayrılarak özerkliklerine kavuşmak istiyorlar, birçok evin balkonunda ya da penceresinde kendi bayraklarını görebilirsiniz. Bunun en büyük sebeplerinden biri bu bölge ekonomik olarak diğer şehirlerden daha güçlü ve İspanya hükümetiyle birçok konuda anlaşamıyorlar. Özellikle Avrupa birliğine girdikten sonra ülkede başlayan ekonomik kriz ve işsizlik Katalan bölgesinin özgürlük isteğini giderek güçlendirmiş.

Şehir Gaudi, Miro gibi birçok sanatçının eserleriyle dolu, Gaudi’ nin eserlerine müzelerin dışında sokaklarda gezerken de rastlayabiliyorsunuz.Modern mimarinin öncülerinden Gaudi’ nin 1926 yılındaki ölümünden sonra Gaudi’ nin karmaşık mimari anlayışı tam çözülemediğinden La Sagrada Familia eseri hala tamamlanamamış. Halk arasında bitmeyen kilise olarak adlandırılan La Sagrada Familia’ daki çalışmalar hala devam ediyor, 2030′ lu yıllara doğru biteceği tahmin ediliyor.Park Güell, Gaudi’ nin eşsiz sanatının doğayla buluşması, birbirinden keyifli yapılar yaş pastaları andırıyor. Gretel gibi binaları yiyesim geldi de bir cadı çıkar mı bilemedim.Barcelona’ da görülecek turistik mekanların dışında parkları, müzeleri, sanat kokan ara sokakları, canlı müzik yapılan küçük renkli kafeleri ve sokak müzisyenlerini dinlemek şehirde geçirdiğim zamanlara renk kattı. Sokak müzisyenleri çok iyiler, şapkalarını para toplamak için açarken aynı zamanda albümlerini satıyorlar. Sadece konser salonlarındaki sanatçıları değil bu inanılmaz yetenekteki müzisyenleri de desteklemek canlı müziğin devrimine büyük katkıda bulunacaktır.

THE DOME ( ALCALALİ -ALİCANTE )

Alcalali, Alicante’ de küçük bir kasaba ve taşlı ara sokakları, eski evleriyle tarihin kokusunu barındırıyor. Nestor Kornblum ve Michele Averard’ ın kasabaya yakın yeşilliklerin içinde eğitimlerini verdikleri çok güzel bir ev yapmışlar, kendi tasarımları olan ev yeşilliklerin içinde doğanın huzurlu vibrasyonlarıyla kaplı.Kasabaya eğitim başlamadan bir gün önce vardım, yeşilliklerin ve çiçeklerle dolu tarlaların arasından yürüyerek hafta sonları kurulan antika pazarını ziyaret ettik.

Lokal bir bayrama denk geldik, çok keyifliydi. Sokaklarda büyük kazanlarda yemekler pişiriliyor, sokaklara kurulan uzun masalarda insanlar şarkılar söyleyerek yemeklerini yiyip, içkilerini içiyordu. Müzik, insanları birleştiren ve bir olduğumuzu hatırlatan en özel enerji kaynağı, hayatımızda hep olsun.

                       THE DOME – LA CAPULA


The Dome, La Capula yani Kubbe, benim için en özel mekan büyük bahçenin içine yaptıkları, mantralar söylediğimiz ve eğitim yaptığımız yer oldu. Kubbe şeklinde inşa edilmiş bu mekanın içinde vibrasyonları işitmek ve seslerle oluşan enerjinin ortasında bulunmak çok etkileyiciydi. Gelecekteki evimin bahçesine bir kubbe inşa etmek hayalim.

İki hafta süren eğitimimiz çok yoğun geçti. Nestor ve Michele ses şifacılığı dünyasının içinde otuz yıldan fazla bir zamandır bulunuyorlar. Nestor, teorik ve bilimsel bilgiler verirken, Michele ile daha enerjisel ve şamanik alıştırmalar yaptık. İlk hafta vibrasyonlar dünyasıyla tanışmaya başladık, temel bilgileri aldıktan sonra alıştırmalar ve uygulamalar yapıyorduk. Bütün gün eğitimle geçiyordu, enerjilerimiz değişirken aynı zamanda özel bir beslenme programı uygulanıyordu. Tibetian bowls, turning forks, armonik şarkıcılığı, renkler ve seslerle şifa, mantralar, birbirinden çeşitli enstrümanların ses terapilerinde kullanımı ve ses meditasyonu teknikleriyle ilgili yoğun bir eğitim aldık.

Bir gün teorik yoğun bilgi aldıktan sonra ertesi günler öğrendiğimiz teknikleri birbirimize uygulayarak geliştiriyorduk. Benim en çok ilgi duyduğum Armonik şarkıcılığı, hem sesimde hem de ruhumda inanılmaz değişimlere yol açmaya başlamıştı. Armonikleri her yerde duymaya başladım ki doğanın dışında makinalardan gelen armonikleri de işitiyordum. Göz algım da değişmeye başlamıştı çünkü armonik şarkıcılığı üçüncü göz ile kontağı güçlendirdiği için enerjisel olarak büyük değişimler sağlıyordu ve renk algısını dönüştürebiliyordu, renkler çok daha canlı bir hale gelmeye başlamıştı.

Ses, ruhumuzla iletişime geçebileceğimiz en güçlü enerji kaynağı ve özellikle sesimiz bu etkiyi güçlendiriyor, öze yolculuğu kolaylaştırıyor. Kubbe’ de geceleri sesimi yeniden keşfediyor ve armonikler dünyasının muhteşemliğinde kendimle yeniden buluşuyordum. Özellikle armonik şarkıcılığıyla ilgili ayrıntılı bilgiyi gelecekteki yazılarımda bulabilirsiniz.
Öğle aralarında doğada yürüyüşlere çıkıp vibrasyonları dinliyordum, özellikle sazlıklar ve suyun sesinde armonikleri daha net işitiyordum.

Dolunay gecesi Michele ve Nestor özel bir seramoni düzenlendi, Maya takvimlerimizi ve bu enerjileri yeni yolumuzda nasıl kullanacağımızı anlattılar ve şamanik bir ritüel yaptık.

Son günlerimizde gittiğimiz kutsal bir mağarada yaptığımız ses yolculuğu özel anlarla ve enerjilerle dolup taştı. Hep birlikte seslerimizi dağlara göndererek dünyanın birliği için şarkılar söyledik.

Zaman akıp geçti vibrasyonlar dünyasıyla çok güzel dostlar edindim, müzikle dolup taştık ve ayrılma zamanının burukluğuyla gelecekte görüşmek dilekleriyle ayrıldık, görüşemesek bile aynı frekansta titreşmeye devam edecektik.

 

GRANADA

Alicante’ den ayrıldıktan sonra kurstan arkadaşım Avustralya’ lı Petra ile güneye doğru indik. Doğanın seslerinden şehrin seslerine dönmek ilk zamanlarda çok rahatsızlık verdi, şehrin frekansları çok hızlı olduğundan hassaslaşan enerji alanımız hemen uyum sağlayamadı.

Granada’ da birkaç gün kaldık, Endülüs eyaletinde bulunan tarihi şehir dar sokaklarındaki evlerden salkım akan renkli çiçekleri, birbirinden hoş kafeleri ve tabii ki müzikle dolu mekanlarıyla çok güzel. İspanya ve İslam kültürünün birleştiği şehrin ara sokakları da çeşitli arap kumaşlarıyla, baharatlarıyla, nargileciler ve kahvecilerle sıra sıra uzanıyor, özellikle Fas ve Morocco’ nun dokusuyla, müziğiyle ve tatlarıyla dolu.
Şehirdeki en önemli tarihi yapı Elhamra Sarayı, İslam sanatının muhteşem güzelliğini ve detaylarını barındırıyor. Saray, büyük kalenin surlarının içine yapılmış, kalenin surlarından bütün Granada şehrini görmek mümkün. Sarayın içi zeminden tavanlara kadar işlemelerle, Kuran-ı Kerim’ den alınma yazılarla kaplı, muhteşem İslam el sanatının detayları her yeri kaplamış. Sarayın içerisinde birbirinden değerli sanat eserleri var.

Her ne kadar güzel olursa olsun şehrin ve kalabalığın vibrasyonları, motor sesleri, insan gürültüleri hassaslaşmış enerji alanımıza pek iyi gelmiyordu. Ülkelerimize dönmeden önce daha sakin bir yerde olmaya ihtiyacımız vardı ve sezonun düşük olduğu bir zamana denk geldiğimizden Kanarya Adalarının bir parçası olan Tenerife adasına gitmeye karar verdik. Dünyanın en büyük yanardağlarından biri olan Teide’ nin Atlantik Okyanusu ile buluştuğu kutsal adaya doğru yolculuğumuz başladı…

                              TENERİFE ADASI

Kanarya Adaları, yedi adadan oluşuyor ve en büyükleri Tenerife adası.
Teide yanardağı, İspanya’nın en yüksek rakımlı zirvesi, 3.718 metre yüksekliği ile  Tenerife’de. Halen volkanık aktivite gösteren Teide tabanından itibaren dünyanın üçüncü büyük yanardağı; eğer denizaltındaki başlangıç noktasından alınırsa dünyanın en yüksek deniz volkanı.

Günümüz İspanyolcasında kullanılan Teide adı Kanarya Adalarının yerli Berberi halkı olan Guançelerin dilindeki Echeide ya da Echeyde (el Teide) geliyor. Guançe efsanelerine göre, iyilikçi figür olan Magec («ışık ve güneş tanrısı») kötülükçü figür olan Guayota («şeytan») tarafından kaçırılıp Teide yanardağının içine hapsedilmiştir. Yanardağın patlamaları bu yüzdendir.

Adaya Avrupalılar gelmeden önce ilk yerleşenler Guançelermiş ve Adaların İspanyol egemenliğine girdiği 15. yüzyıldaAvrupalılarla tanışmışlar. Arkeoloji araştırmalar sonucu olarak Guançelerden çanak çömlek kalıntıları, mağara resimleri, gravürler, mumyalar bulunmuş.
Adada yaşayan tüm yerli halk, ada istila edildikten sonra köle yapılmış.Büyük bir kısmı da İspanyolların getirdikleri salgın hastalıklardan dolayı ölmüş ve sonunda yerli halk ortadan kaldırılmış. Sonraki yüzyıllarda İspanya’dan, Avrupa’da İspanyolların idaresi altında bulunan Portekiz, Flandra, İtalya ve Almanya’dan göçler başlayıp adanın şimdiki beyaz ırk nüfusu oluşturulmuş.

Adanın orman örtüsü de aynı şekilde ortadan kaldırıldı. Yerli cam ormanları yerine, önce şeker kamışı, sonra şarapcılık için üzüm bağları, muz ağaçları plantasyonlari ve boyacılık için cochineal üretmek için kaktüsler dikildi.

Adanın plajları, volkanik yapısından dolayı siyah kumlarıyla bambaşka bir gezegen havası yaratıyor ve okyanusun dalgalarıyla buluşan volkanik kayalıklar büyük bir enerji oluşturuyor. Dev dalgalar kıyıya ulaştığında metrelerce yükseliyor ve armonikler etrafa saçılıyor.

Volkan ve çevresi Teide Ulusal Parkı yer alıyor, 2007 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirasları ilan edilmiş. Ulusal Park alanı oldukça büyük, volkanik tepelerle ve kayalarla çevrili alanı gezmek için en az bir gün ayırmak gerekiyor.

Bilim-kurgu filmleri anımsatan farklı renklerdeki topraklarla kaplı yollarda yürürken muhteşem Teide’ nin biraz ürküten görüntüsüne hayranlıkla bakıyorum. Şaka değil her an patlayabilir, Doğa Ana’ nın gücü ve görkemi. Teide, aktif volkanlardan biri en son 1909 yılında faaliyete geçmiş ve yapılan çalışmalar gelecekte patlama riskinin oldukça fazla olduğunu söylüyor.

Şanslı olarak bulduğumuz küçük apartman dairesi tam okyanusun kenarındaydı ve 24 saat, günler boyu dalgaların armonikleriyle yoğrulduk. Dalgaları dinleyerek egzersizler yaptık ve kursta öğrendiklerimizi güzel adada uzun yürüyüşlere çıkarak pekiştirdik.

Ateş enerjisinin en güçlü olduğu yerler olan yanardağlarla ilk bağımı da kurmuş oldum. İyi ki okyanusun dalgaları bu enerjiyi yumaşıtıyordu yoksa bu yoğun enerji yorucu olabilirdi, Doğa Ana her zaman olağanüstü kucaklayıcılığıyla dengeyi sağlıyordu.

Günler geçti aradan geldi dönüş zamanı. Kulağımda ve beynimde dolaşan Atlantik Okyanusu’ nun koca dalgalarının armonikleri evin yolunu tuttum.

Armonikler ve vibrasyonlar bana bambaşka bir boyutun kapılarını açmıştı ve yolum da giderek dönüşüme uğruyordu. Teide’ nin görkemli sıcaklığına veda edip, yeni deneyimlerin derinliklerine doğru yol aldım.