BHAGSU / Tanrıça Durga’ nın Köyleri

” Kişisel trajedisini aşan insan, bunu körlüğünün, sınırlılığının ve kendi yarattığı esaretinin trajedisini aşarak ve Doğa rüyasına uyanarak yapacaktır. ” RAmtha

Yukarı Bhagsu’ daki küçük odamın balkonunda sabahları kuş cıvıltılarını dinleyerek kilometrelerce aşağı uzanan Kangra vadisini seyre dalardım. Kangra vadisinin yamaçlarına yayılmış pek çok köy ile çevrilmiş olan bölgede yürüyüşlere başladım.

Davulum Shakti ile ses meditasyonlarına devam ederken, bir gün aşağı Bhagsu’ da sokağa tezgahını kurmuş Nepal’ li bir flütçü ile tanıştım. Bhaki, kendi yaptığı flütleri satıyor hem de flüt dersleri veriyordu, uzun bir sohbete daldık. Nepal’ den seneler önce ayrılmış, ailesi yok, yıllardır Hindistan’ ın çeşitli bölgelerinde seyahat ediyormuş ve kazandığı parayla zar zor geçiniyormuş. Hemen ondan bir flüt aldım ve dağlardan aşağı indikçe Bhakti ile flüt derslerine başladım. Dağ yürüyüşlerine çıkarken flütüm yeni yoldaşım oldu.

Bhagsu’ nun köylerinde ilerlerken şelalelerden, nehirlerden, çam ormanlarından geçmek; daha yükseklere tırmandıkça Himalayaların’ ın zirvelerini seyretmek , doğanın seslerini dinlemek, müziğin ruhuna ilham veriyordu.

Köylerdeki insanların farklı gelenekleri olduğu kıyafetlerinden, evlerinin süslemelerinden belli oluyordu.

Tesadüfen aynı gün iki düğüne rastladım. İlk düğünde kadınlar kıyafetleriyle dişiliğin zerafetini taşıyorlardı, süslü başlıkları ve burunlarına taktıkları büyük hızmalar, el işçiliğinin büyük emeğini ortaya seriyordu.

Erkekler ve kadınlar ayrı ayrı duruyorlardı, evin avlusuna yayılmış bekleşiyorlar, evin içerisinde mutfakta ise büyük bir hazırlık sürüyordu.

Sofra kuruldu, bütün kadınlar ayrı oturduk yerde kurulmuş halılara, erkekler yemek servisini yaptı, ev emeği lezzetli Hint yemeklerinden yedik.

Yaşlıca ve en süslü olan kadınlar,  gelin ve damadın anneleriymiş, sofranın başına kuruldular, afiyet aktı sofradan, teşekkür edip ayrıldım davet ettikleri masadan…

Bir süre yürüyüp başka bir köye yaklaştığımda yine süslü kapılar gördüm, başka bir düğünün hazırlıkları yapılıyordu.

Bu evdeki insanlar daha sade giyinmişlerdi, ya daha fakirlerdi ya da Bhagsu köylerindeki başka bir azınlıktı.

Evin içindeki ateşin üzerine buğday ve başka küçük bitkiler sunarak bir seramoni yapıyorlardı ve dua ediyorlardı.

            TANRIÇA DURGA’ NIN KÖYLERİ

Bhagsu’ nun yüce dağlara yayılmış köylerinde gezerken hayatıma yeni bir Hint Tanrıçası girmeye başlamıştı. Hindistan’ da her mahallede ya da köyde küçük tapınaklar olur, Bhagsu köylerindeki tapınakların çoğu Durga’ ya adanmıştır.

Durga, kaplanın üzerine biner, boynunda kafa taslarını bir kolye gibi taşıyan güçlü bir dişil enerjidir Durga. Shiva yok edici enerjiyi taşır, korkusuzca ego zihnin üstüne gider, yaratıcı enerji Brahman’ ın yarattıklarını ve koruyucu enerji Vishnu’ nun beslediklerini yok eder ki canavar egonun kılıktan kılığa girip değişik şekillere bürünmesi nihayete ersin. Shiva ‘ nın bu cesaretini de Shakti verir yani kozmik enerji, dişil enerji, Doğa Ana’ nın gücü. Tanrıça Durga da Shakti’ nin tüm enerjisini içinde taşır.

” Durga, bir kaplanı sürer ve elinde kamçı gibi kullandığı bir yılan tutar. Bu enerji Durga diye adlandırılır. Durga olmadan hiçbir şey anlayamazsın, yanlış yönlere gidersin ve ilk önce kendi enerjini anlamalısın. Birçok insan hangi yolları ezip geçtiğini anlamaz bile, sadece enerjini ve tutkularını hata olmadan, saf bir şekilde fark edebildiğinde anlayacaksın. Önce içindeki Tanrıça Durga’ ya dua et, böylece O, seni doğru yola götürecektir. ”

” Durga’ nın üstüne bindiği kaplan, zihni sembolize eder. Ne zaman düşünürsen ki ” Ben Durga değilim ” o zaman kaplan seni sürecektir. Eğer zihin benim kaplanım diye düşünürsen o zaman sen Durga’ sın. O, elindeki kılıcıyla zihinden gelen bütün düşünceleri kesip atar. Onun boynunda taşıdığı kuru kafalarla süslenmiş bir gerdanlığı vardır. Bu kuru kafalar, eski düşünceleri, geçmişte kalmış insanları temsil eder. Birçok insan eski olaylar, düşünceler ve geçmişindeki insanlar için kafa patlatır, sen bu eski düşünceleri bir gerdanlık gibi kullanabilirsin. Artık onları hatırlamana gerek yok. Bu kuru kafalar düşüncelerdir ki sana sıkıntı verir ve başka bir düşünce boynuna dolandığında diğerleri ölüdür. Durga’ nın kılıcı iki başlıdır, böylece sen arkandan gelen saldırıları dahi görebilirsin. Durga’ nın bu gücüne sahip ol ki kimse sana sıkıntı veremesin. Kaplanını sür, bir kılıç ve Trident’ i elinde tut, sadece basitçe gör ” Ben Durga’ yım. ”

Yukarı Bhagsu’ da Durga ‘ ya adanmış en büyük tapınaklardan biri olan Ganga Devi Tapınağı’ na tırmanmaya başladığım gün, Dharamsala’ ya vardığımdan beri geçip tekrar dirilen başımın sol tarafındaki ağrı, sol gözümün iltihaplanmaya başlamasıyla başka bir devreye geçmişti.

Bedenimizdeki hiçbir arıza sebepsiz değildir ve her biri bize birşeyler anlatır, ben şöyle adlandırıyordum sol tarafımın ağrısını, sol beyin erildir ve ağırlıklı olarak zihnin mekanıdır, sanırım eski zihnim can çekişiyordu, Durga’ nın kılıç darbeleri işe yaramıştı.

Sol tarafımdaki bütün ağrılara rağmen o gün Durga’ nın tapınağına doğru ilerlerken geçmediğim köylerden geçtim, nehirleri aştım , bir sürü kuş, kelebek ile karşılaştım, dilimde Durga’ nın şarkıları ile.

Tapınağın patika yoluna girdim ve giderek yukarı doğru tırmanmaya başladım. 

Tağınağa çıktığımda yaşlı bir adam beni karşıladı, hem tapınağı koruyor hem de ziyaretçilere sunakta ikramlarda bulunuyordu.

Küçük tapınağın içinde çok eski, tahtadan bir Durga heykeli vardı, yaşlı adam dualar okudu ve Puja’ yı bana sundu. Puja, üzeri beyazımsı bir şekerle kaplanmış sert bir buğday. Bu sert ikramı yerken birden sol dişimin küçük bir parçası kırılıverdi ! Hiçbir şey tesadüf değil ya bu kadarı zaten bir tesadüf olamazdı.

Yaşlı adam tapınaktan çıkmıştı, kırık dişimi ne yapsam diye düşünürken içimden Durga’ ya sunmak geldi. Eski heykelin bir köşesine mi koysam dedim sonra kutsal bir enerjiye saygısızlık yapabilirim diye çekindim. Yanan kandillere baktım ve ateşe atmaya karar verdim, eski enerjileri ateş yakıp kül eder, yepyeni enerjilere dönüştürür. Kandil bittiğinde sol dişimin bir parçası tapınaktan çıkmayı başarır, Himalayalar’ ın rüzgarına karışıp uçar giderdi. Tapınaktan çıkıp heybetli, karlarla kaplı, binlerce metre yükseklikteki doruklara baktım, sol dişimi Durga ile Himalayalar’ a bıraktım.

Ganga Devi Temple / Bhagsu

Durga ile Ateş elementinin vibrasyonları da sardı dört bir yanımı. Bir gece şimşekler çakmaya başladığında balkona çıktım, vadinin aşağılarından gelen fırtına giderek yukarı doğru ilerliyordu kapkara bulutlarla birlikte. Kara bulutların geçtiği yerlerde başlayan yağmurun sesini duyuyordum, koltuğa oturdum ve gittikçe üzerime yaklaşan simsiyah bulutlara baktım. Korkuyordum ama bekledim, karanlık büyüyerek üzerime doğru yaklaştı, şimşekleri içime çektim. Ne olabilir ki dedim ölmekten başka, nasıl olsa sonsuzuz, ölsem de böylesine müthiş bir enerjiyle ruhum yükselecekti Doğa Ana’ nın kollarında. Tam da balkona doğru yaklaştığında kara bulutlar öylesine büyük bir gümbürtü koptu ki koca koca dolular yağdı, elektirikler gitti, kapılar pencereler çarptı. İçimden dedim ki böyle ölmek güzel olurdu da tam zihnimden kurtulmanın özgürlüğünün peşine düşmüşken özüme ulaşmadan ölmeyeyim…insanoğlu işte. Odama girdim, çatıma vuran doluları dinledim sonra fırtına dindi öylesine incecikten bir yağmur yağmaya başladı ki. Adeta tüm gerginliği, korkuları dindiriyordu pıtır pıtır düşen yağmur. Ateş’ in ruhu yerini Su’ yun şefkatine bırakmıştı. Ateş, Su’ ya aşık olmuştu. Şems – i Tebrizi’ nin sözleri düştü aklıma ;

” Aşk olmayan hayat anlamsızdır.
Ne çeşit bir aşkı aramalıyım ? Manevi mi ya da maddesel mi ?
Kutsal mı dünyevi mi ? Batı’ dan mı Doğu’ dan mı ?
Diye sorma kendine !
Ayrım yapmak sadece daha fazla ayrımcılığa sebep olur.
Aşk ‘ ın sınırları yoktur, tanımlamaları yoktur,
O, ne ise odur, saf ve basit.
Aşk, hayatın Su’ yudur. Ve bir aşık, bir ruhun Ateş’ idir.
Evren farklı döner,
Ateş, Su’ ya aşık olduğu zaman. ”

                      Triudunt Tırmanışı

” Kozmik Doğa, bütün vibrasyonların Ana’ sının üç evresi vardır ; Yaratıcı, Koruyucu ve Yok eden, her biri sırasıyla Brahman, Vishnu ve Shiva tarafından yönetilir. Bu İlahlar, Kozmik Ana Vibrasyonun doğal kaynağıdırlar. ”    YOGANANDA

Enerji alanımın dönüşümünü iki meditasyon çalışmasıyla gerçekleştiriyordum ; Ses ve Sessizlik .

Sessizlik dönemlerimde doğanın seslerini dinlemeye odaklanıyor ve doğanın kozmik seslerini dinliyordum. Dağlarda uzun ibadetlere dalan peygamberlerin ve bilge kişilerin, dağların rahmi mağaralarda sessizliğe dalmalarının da bir sebebi vardı çünkü bu kozmik vibrasyonların en yoğun şekilde işitildiği yerler dağlar ve mağaralardı. Tridunt’ a tırmanırken vadiden dağlara doğru yükselen insan seslerinin uğultusunu, köpek seslerini, motorların sesini yani dünyevi birçok sesi hala işitebiliyordum.

Fakat zirveye doğru yaklaştıkça ormanı kaplayan sessizliğin içerisinde hayvanların sesini, rüzgarın melodilerini, kayalarla bütünleşmiş kırmızı çiçekli Himalayalar’ ın güzel ağaçlarının şarkısını daha iyi işitebiliyordum.

Uzun zamandır kulağımın işitsel kapasitesini artırmak için şu meditasyonu yapıyorum. Sessiz yerlerde oturup gözlerimi kapatıyorum ve ilk önce bedenimin yakınlarındaki sesleri dinliyorum fakat hiçbir tanımlama yapmadan. Sonra işitsel alanımı yavaş yavaş genişletip daha uzaktaki sesleri dinliyorum ve sonra daha uzaklardaki sesleri…yani şöyle diyelim bir odadasınız, ilk önce odadaki seslere odaklanın sonra apartmandan çıkın mahalledeki sesleri dinleyin, uzak mahallelere açılın. İşitme potansiyeliniz arttıkça daha uzaklardaki sesleri duymaya başlayacaksınız fakat bunu kesinlikle doğanın içinde yapmanızı öneririm, kozmik sesleri duyabileceğiniz yer doğadadır. Şehirlerdeki ses terörü birçok insanın işitme kapasitesine zarar verdiği gibi birçok kişinin farkındalığa sahip olmamasının, bilincinin kapalı olmasının ve bir robot hayatı sürmesinin sebebi de armonisi tamamen bozulmuş şehrin frekanslarıdır. 

Triudunt zirvesi ismini Shiva’ nın Trident’ inden alıyor. Kutsal üçleme .
“Sesin sonsuz potansiyeli tüm atomik enerjilerin ardındaki kozmik titreşimsel güç olan Yaratıcı Kelimeden yani AUM dan türemektedir. Berrak bir farkında oluş ve derin konsantrasyon ile söylenen her kelimenin materyalize edici bir değeri vardır. Telkin edici kelimelerin yüksek sesle veya sessiz tekrarının etkili olduğu keşfedilmiştir, işin sırrı zihnin titreşimsel kapasitesini artırmaktır. Tüm evrende yankılanmakta olan AUM titreşiminin üç tezahürü vardır. Yaratma, Koruma ve Yok Etme. İnsan ne zaman bir kelime etse Aum’ un bu üç özelliğinden birini işleme sokmaktadır.” Yogananda

Trimurti üçlü birliğinde Brahma yaratılışı, Vişnu koruyuculuğu, Şiva ise yok ediciliği temsil etse de aslında üçü ayrı tanrılar değildir, tek Tanrı’nın farklı var oluş halleridir. Brahman ve Atman Bir’ dir. Hint Upinişadlar’ da Vedanta felsefesine göre Atman’ a ya da Öz’ e ancak düalite yapısında olan ve sürekli olarak etrafındaki gelip geçici nesnelerle özdeşleşme durumunda olan Ahamkara yani alt benliği aşmak ile ulaşılabilir. Gerçek olmayan kişiliklerden ve maskelerden farkındalık haliyle ego zihnin düalitik yapısı gözlemlenerek, tıpkı soğanın zarlarının tek tek soyulması gibi en derine inilerek Öz’ e ulaşmanın sonucunda gözlemcinin evrimsel zihin dönüşümü sağlanabilir.

Triudunt dağının zirvesine vardığımda kamp alanını gördüm, karşıda Triudunt’ un çok daha yüksek zirveleri gözüküyordu, zirvelerin çoğu üçgen şeklindeydi.


Mart ayı olduğundan daha yüksek zirvelere henüz yürüyüş yolları açılmamıştı. İlk kamp alanının ötesi daha zorlu bir yolmuş hatta rehbersiz çıkmak pek mümkün değilmiş.

Zirvelere varmaktansa bu muhteşemliği seyre dalmak da ruha ayrı bir mana katar, ama müziksiz geçen yolculuğun hazzı yarım kalır diyerek flütümü çaldım Triudunt’ un karla kaplı zirvelerine. İlk dağ tırmanışımı Türkiye’ de Dedegöl’ de yapmıştım ve öyle zor geçmişti ki su toplamış patlak ayaklarımla aşağı indiğimde ” Bir daha dağa falan tırmanmam. ” demiştim. Bir dağcı arkadaşımda şöyle demişti; ” Dağlar seni çağırırsa yerinde duramazsın, gidersin”.

Himalayalar çağırmıştı bir kez daha gitmemek olmazdı, benim de bu mucizeye sunabileceğim ve teşekkür edebileceğim tek varlığım müzikleydi. Flütün sesi yankılandı heybetli dağların yamaçlarında, Durga’ nın köylerine şükranlarımı gönderdim, flütümü Durga’ nın egoyu kılıçtan geçiren kamçısıymışcasına hayal ettim, aydınlığa geçmeden karanlığı bilmek gerek dedi Triudunt’ dan esen rüzgar…

” Ay, karanlıktan kaçmadığı zaman parlak kalır. ” Hz. Mevlana