TİTREŞİMLERİN FARKINDALIĞI

Yüzyıllardır insanoğlu, bilincin daha yüksek ve derin boyutlarına farklı yöntemler kullanarak ulaşmaya çalışıyor. Birçok inanış gerçeğin bilgisinin ve büyük gizemlerin değişen bu bilinç durumlarının farkındalığında olduğunu söylüyor. Yüksek farkındalığı deneyimlemek isteyenler yıllarını buna ulaşmak için adıyorlar, inanışlarına göre herhangi bir dinin veya inanış şeklinin takipçisi olabiliyorlar ya da bilimsel olarak kanıtlanmış bilgilerle yollarına devam ediyorlar. İnsanoğlunun arayışı devam ederken gözünden kaçırabildiği en önemli şey ise biz, zaten buna sahibiz. Uyanış gücünü, kendi içimizde taşıyoruz. Peki bu gücü nasıl harekete geçirebiliriz, bilincin yüksek durumlarını nasıl deneyimleyebiliriz? Sol beyin, bunun nasıl oluşabileceğine dair bir ipucuna sahip değildir. Fakat hepimizin sahip olduğu sezgisel doğamız hiçbir adlandırma yapmadan bunu bilebilir.

Sessizlik içerisinde ve hareketsiz olduğumuz zamanlarda dahi bedenimizdeki hareketler devamlılığını sürdürür. Kan akışı, kalp ve nefesin ritimleri, milyonlarca hücrenin dokular ve organlardaki hareketleri, sindirim sistemi, sinir sistemindeki hücreler arası aktarımlar ve hatta saçlarımızın uzaması gibi otomatik olarak işleyen beden fonksiyonlarımız, kulağımızın işitme kapasitesinin ötesinde sesler çıkarırlar. Bu seslerin hepsini işitebiliyor olsaydık dış dünyada sürdürdüğümüz faaliyetlere konsantre olmamız güçleşirdi. Titreşimlerin farkındalığı, kendi bedenimizde süregelen senfoninin keşfiyle başlar ki bu farkındalığa ulaşmanın temeli dinlemek, işitmek, sessizliktir.

Sümer, Maya, Mısır, Hint gibi gelişmiş pek çok uygarlıktan, Afrika’ dan Asya’ ya bütün kıtalara yayılmış küçük topluluklar ve kabileler dahi seslerin gücünü kullanmıştı. Sesleri kullanan eski mistik okullarında seslerin, ruh ve beden arasındaki sağlıklı iletişimi sağlayan en önemli ve hayati enerji kaynağı olduğu biliniyordu. Uyanmış enerjinin, bilinçaltı ve bilinçli dünyalar arasında kolayca akabileceği iç kapıları açmak için hareket, nefes ve çeşitli tonları kullandılar. İç ve dış dünyanın uyanışı, aşırı uyarılmalardan gelmez ya da çılgınca gerçekleşmez. Uyanış, hayatın her bölümünü uyum içinde ve dengede görmek, dinlemek, sessizlik ve sezgilerin yoğunlaşmaya başlamasıyla kendini gösterir. İç sesler, yuvadan koparak kaybolmuş ruhun özüne, ait olduğu yuvasına doğru yaptığı yolculuğun rehberleridirler. İnsan sesi, nefes ve kalp ritmi, insan ruhunun ifadesi olan ana ve doğal seslerdir.

İnsan zihninin normal durumları, insan algısının derinliklerine ve yüksekliklerine nüfuz etmek için pek yeterli değildir. Büyük mistikler ve yoga ustaları, sessiz meditasyonlara dalarak, insanın normal bilincinin ötesinde algılayabileceği dinamik boyutları ve çeşitli kanalları deneyimlemişlerdir. Derini dinlemek, müzisyeni uyandırmaktadır. İç müziğin arındırılmış, görkemli ve güzel olması gerekmez. Önemli olan farkındalık içerisinde uygulanan derin dinleme anlarında, zihnin düalitik yapısının oluşturduğu iyi-kötü, güzel-çirkin gibi yargılamalar ve kıyaslamaların ötesine geçerek, derin dinleme anlarında işitilmeye başlayan iç seslere yoğunlaşabilmektir.

Mistikler ve pek çok insan iç görme duyularını değişik bilinç durumları aracılığıyla deneyimlediler. Bu deneyimlere Vitus, ateş, vizyon, ecstasy, trans ya da rüya şarkıları deniyordu. Ruhun güçleri, derine inildiğinde şifa, çoşku, hayat enerjisinin yükselmesi ya da vahiy yoluyla kendini göstermeye başlıyordu. Teknik toplumların yükselmesi ve beynin zihinsel işleyen tarafına ağırlık verilmesiyle, erkek enerji ve sol beyin egemenliğinde toplumlar oluşmaya başladı. Mistik uygulamaların azalması ya da dejanere olması, evrenle ilgili gerçek bilgilerin halktan saklanmaya başlanmasıyla giderek sağ beyinle yani yaratıcılığı, yüksek benlikle kontağı sağlayabilen dişil enerjiyle bağlantı azaldı ve böylece bilinçli ya da bilinçaltı arasındaki köprüler yavaş yavaş azaldı. Çevremizdeki kimyasallar, elektromanyetik alanlar, etrafımızda her alanı kaplayan mekanikleşmiş ritimler ve mekanikleşmiş duygular , bir dünya ile diğer dünya arasında akan algılama mekanizmalarını katılaştırdı, maddeleştirdi ve insanoğlunu ilgisiz, vurdumduymaz, bencil, heyecansız ve duygusuz bir hale getirdi.

 

İç kulakta, bir spiral şeklinde yer alan Cochlea’ da onbinlerce küçük tüy vardır. Gürültüye ve yüksek sese uzun süre maruz kaldıklarında ve hasar gördüklerinde işlevleri sona erer ve beyin, hasar gören kulağın duyamayacağı sesleri sürekli olarak yaratmaya başlar. Kulak çınlaması denilen bu durum, cilia içindeki sinir hücreleri yaşlanmaya başlayınca oluşur. Beynin içinde çalan yüksek ses ve kulakta oluşan sesler, zarar görmüş kulak yüzünden kaynaklanır. Kulağımızın zarar görmesinin en büyük sebebi maruz kaldığımız ses terörüdür.
Görüntü, renk ve kinestetik duyumun iç dünyası da dış uyarılmalar olmadığı zaman daha belirgindir. Beynin rüya görürken çalışan duyu kısımları, bilinçli farkındalıkta kullanılan kısımlardan farklıdır ancak ortaya çıkardığı duygular gerçektir. Bu iç tonlar, şekiller ve renkler; mistiklere, sessizliğin içinde uzun süre meditasyona dalan kişiler ve yaratıcı insanların aşina olduğu boyutlardır. Yaratıcı insanlar, bağlantı kurdukları bu titreşimlere ” ilham” derler. Farkındalık, düşünceye kıyasla daha derin ve güçlüdür. Uyandırılmış olan güçlü bir iç mekanda oluşan akut bir algılamadır.

Dinleme yeteneklerimizin yaralanması, gerçek doğamızın fiziksel ve duygusal bölümlerinde denge sağlamak için sağlıklı bir yaşama sahip olması gereken daha derin, daha güçlü bir benliğin bütünlüğünün yaralanmasıdır. Zihnin bu derin ve bilinmeyen kısımlarını, fiziksel ve psikolojik olarak dinlemeyi reddettiğimiz zaman dış dünyada algı ve düşünce dengesizliğine yol açan duygusal gerilimler ortaya çıkmaya başlar. Son yıllarda artmaya başlayan strese dayalı zihinsel ve ruhsal hastalıklarla birlikte, insanoğlunun içsel duyuları daha bilinçli hale getirebilmek arayışları, eski kadim bilgilerin yeni formlar oluşturarak bilimle birleşmeye başlaması, insanları ruhsal arayışlarında daha bilinçli bir hale getirmeye başladı. Meditasyon, dua, mantralar, ses şifası, yoga, nefes ve beden egzersizlerine dayalı pek çok ruhsal çalışma birçok insan tarafından uygulanmaya başladı. Bütün bu ruhsal çalışmalardan hangisini yaparsak yapalım önemli olan şeklin ötesine geçip, iç dünyamızla bağlantımızı mümkün olduğu kadar kuvvetlendirebilmek ve sezgiye dayanan ruhsal yönümüzle tekrar temasa geçebilmektir.

Çocuklar, sıklıkla yanlış anlaşılmalarla karşı karşıya kaldıkları için hayal kırıklığına uğrarlar. Çünkü dili nasıl kontrol edeceklerini bilemezler, birşeyi ifade etme konusunda zorlanırlar, fikirleri ve bilgileriyle nasıl iletişim kuracaklarını öğrenmeleri zaman içerisinde gelişir. Duyguları, çocukların ses tonundan anlamak çok kolaydır, düzgün cümleler kuramasalar dahi duygularını ses tonlarıyla doğal bir şekilde ifade edebilirler. Çocukken ihtiyaçlarımız, duygularımız ve isteklerimizle daha yakın iletişim halindeyizdir. Acıkınca ağlarız, çığlığı umursamadan basarız, kahkahalarla dakikalarca gülebiliriz ya da canımız yanınca inleyerek ağlayabiliriz, her şey doğal akışında zorlamadan süre gider. Beden, düşüncelerden ayrışmamıştır, doğal olarak ağrı, zevk, renk, ses ve kokuya ilişkin fiziksel duyumları yoğun bir şekilde fark ederiz.

Fakat büyüdükçe bize sessizce oturup birşeyleri öğrenmemiz gerektiği söylenir ve eğitim dönemiyle birlikte küçük kölelik devri de başlamış olur. Düşünürken sessiz olmalıyız ve tabii her düşündüğümüzü ulu orta söylememeliyizdir, bağırarak şarkılar söyleyemeyiz, kızlar kikirdiyorsa çok ayıptır, erkekler ağlıyorsa hiç yakışmaz ve kurallar liste halinde uzamaya devam ederken bedenimiz ve ruhumuz arasında en önemli köprü olan sesimizle olan doğal bağımızı kaybederiz. Zekayı geliştirmek bir kalem, bir kitap ve sadece gözlerimize indirgenir. Hatta günümüzde süratle gelişen bilgisayar teknolojisiyle birlikte eğitimde kullanılan tabletler ve cep telefonları yaratıcı zekaya büyük zarar vermekte, vibrasyonlar aracılığıyla da gerçekleşen beyin kontrolü ile birlikte farkındalık seviyesi düşürülerek kolayca kontrol edilebilecek bireyler yetiştirilmektedir. Kölelik, şekil değiştirmiş olarak yeryüzünde devam etmektedir.

Bizlere, doğal gücümüz ve yeteneklerimizden emin olmamamız ve korkmamız öğretildi. Duygularımızı ifade ederken doğal, içten gelen cümleler kurmakla uğraşmadan kısa cümlelerle geçiştiriyoruz ve birbirinin tekrarı robotlaşmış kelimeler sarf ediyoruz. Korkular, endişeler, mutsuzluk halleri, geçmiş olaylarla ilgili takıntılar, zihinden üretilen negatif frekanslar hem ruhumuz ve bedenimizle olan ilişkiyi kaybetmemizden hem de dışarı dünyadan gelen ses teröründen kaynaklanıyor. Şehir yaşamı, insanları hızlı bir koşturmacanın içinde sürüklerken etraftaki ses kirliliği, her geçen gün çoğalıyor. Arabaların motor sesleri, kornalar, kalabalıklardaki insan seslerinin uğultusu, yüksek sesle açılmış müzik sesleri, cep telefonları, televizyonlarda sıklıkla rastlayacağınız şiddet ve savaş görüntüleri. Bütün bu negatif titreşimler, biz duymasak dahi ruhsal ve bedensel enerji alanlarımızı bir bıçak gibi kesiyor. Önce zihinsel hastalıklarla başlayan yaralanmalar, ses terörüne maruz kaldıkça ve farkındalık seviyesi düştükçe, bedene kadar ulaşıyor sonra da ciddi bedensel hastalıklara yol açmaya başlıyor. Sağlık, iç ve dış dünyamız arasındaki balanstır ve dinlemek, her iki dünyanın da aktif farkındalığıdır.

Doğada, herhangi bir bitki veya hayvan türü yeni koşullara adapte olamadığı zaman gerileme başlar ve dönüşüme uğrayamayan canlı türleri yok olur. Diğer taraftan eğer organizma çok radikal ve ani şekilde değişiyorsa, yeni biçimine adapte olamaz, zayıf düşer ve yok olur. Doğa Ana da dönüşüm geçiriyor tıpkı bizim gibi, DNA’ mız değişiyor. Ana titreşimlerimizin en uyumlu olduğu kaynak doğanın sesleridir. Bu yüzden kuşların melodileri, koca dağlardan esip yüzümüzü okşayan rüzgar melodilerle okşar bizi. Akan suların seslerini işitirken ruhumuzun da hafiflediğini, sakinleştiğimizi fark ederiz , suların şıkırtısı alır bütün kaygılarımızı. Okyanuslardan tonlarca plastik çıkıyorsa bu bizlerin nasıl kirlendiğine ayna tutuyor. Dönüşümü hepimiz yaşıyoruz, bizim de değişen dünyaya adapte olabilmemiz için sağlıklı bir yol bulmamız gerekiyor. Kalıplara saplanıp kalmak ve olumsuzluklarla savaşmaya devam etmek ya da iç dünyamızın dönüşümüne cesaretle yaklaşarak, korkularımızın ötesine geçip dış dünyadaki evrimsel bilinç dönüşümünün bir parçası olup olmamak için seçme şansına sahibiz.

Biz Ateş’ iz, Su kanımız, Hava nefesimiz, Toprak ile bedenlenmiş yıldızlarız. Kim olduğumuzu yeniden hatırlarken, titreşimlerimizin farkındalığı bizi kaynağa götürecek en güçlü enerji kaynağı olabilir. Sessizlik ise özümüzün sesi. Boşluğun, hiçliğin sesizliğinde işitebilir sağır kulaklar, Yaratıcı’ nın çağrısını. Yuvaya dönüş şarkısı başladı, Ay’ ın şarkıları, uyanışı fısıldıyor…

Öz ‘ lem . Mayıs.2017

Kaynak : The Roar of Silence – Don G. Campbell

Healing Powers of Breath,Tone and Music