LİKYA YOLUNUN MELODİLERİ
- Stats: 1209 9
- Posted: 22 Mart, 2022
- Author: Özlem Soydan
- Category: Seyahat Yazıları
Bir zamandır dilimde bir melodi dolanıp duruyordu, uçuşuyordu dudaklarımda … ukulelem ile melodiyi çalarken sözlerini değiştiriyordum. Hüzünlü bir melodiydi ve bu yüzden söz yazamıyordum çünkü dramdan pek hoşlanmam. Pandemi döneminin başlangıcında yolların yakında kapanacağı ve evlere kapanacağımız söylentileri yayılmaya başladığında kendimi Kaş’ da buldum ve Çukurbağ köyünde bir evde yaşamaya başladım.
Uyuyan Dev’in arka yamacında küçük evin balkonundan geçen bulutlara şarkılar söylüyordum.
Gittiğim her yerin tarihini okumak ve tarihi yapıları ziyaret etmek en büyük tutkularımdan çünkü geçmiş halkların sanatı, yaşama nasıl tutundukları bana ilham veriyor.
Likyalıların tarihini okumaya başladığımda en çok etkilendiğim özgürlük ve bağımsızlıklarına son derece bağlı bir halk olmaları olmuştu. Xanthos ‘da yaşayan Likyalılar , Pers ordusunun akınlarına karşı koyamayacaklarını ve şehirlerinin düşeceğini anladıklarında esir olarak yaşamak yerine ölümü seçmişlerdi. Xanthos kalesinde kadınları, çocukları ve hazineleri ateşe verdikten sonra kendileri de kalenin surlarından atlayarak intihar ettiler.
Azra Erhat’ın tercüme ettiği bir Xanthos tabletinde bu sözler yazmaktadır:
” Evlerimizi mezar yaptık
Mezarlarımızı ev
Yıkıldı evlerimiz
Yağmalandı mezarlarımız
Dağların doruğuna çıktık,
Toprağın altına girdik
Suların altında kaldık
Gelip buldular bizi
Bozdular birliğimizi
Altüst ettiler bizi
Yakıp yıktılar
Yağmaladılar bizi
Biz ki analarımızın, kadınlarımızın Ve ölülerimizin uğruna
Biz ki onurumuz ve özgürlüğümüz uğruna
Toplu ölümleri yeğleyen
Bu toprağın insanları
Bir ateş bıraktık
Hiç sönmeyen ve sönmeyecek olan.
Beni bulamazsan üzülme,
Eşyalarımı bulacaksın.
Kestiğim taşları, açtığım yolları,
İşlediğim heykelleri bulacaksın.
Ve göreceksin ki binlerce yıl öteden,
Parmak izlerimiz değecek birbirine. “
3000 yıllık Likya tabletinin son bölümü beni derinden etkilemişti. Yok oluş kadar içinde sonsuzluğu da barındırıyordu. Tabletin olduğu Santos’a doğru yola çıktım.
Santos’ daki Likya şiirinin olduğu söylenen büyük kayanın üzerine kazılmış tableti seyrettim, Santos şehrinin kalıntılarını gezdim ve oturdum seyrettim Torosların kar yağmış zirvelerini.
Güneş batarken eve döndüğümde ukulelemi aldım ve melodilerim şiir ile kaynaştı…. Likya şarkısı doğdu.
” Beni bulamazsan üzülme,
Eşyalarımı bulacaksın.
Kestiğim taşları, açtığım yolları,
İşlediğim heykelleri bulacaksın.
Ve göreceksin ki binlerce yıl öteden,
Parmak izlerimiz değecek birbirine. “
Aslında Likya şiirinin , Yunan şairi Nazım Hikmet’in arkadaşı Yannis Ritsos’un şiirinin deforme edilmiş hali olduğuna dair bir iddia da vardır.
IŞIK ÜLKESİ LİKYA
MÖ 2. bin yılda Anadolu’ya gelerek burada bulunan Hatti kavmi ile kaynaşan Hititlerin yazılı metinlerinde ve Mısır hiyerogliflerinde, Lukka, Lukku veya Rwka adıyla anılan bir kavmin adı sıkça karşımıza çıkar. Modern araştırmacılar Lykia’lıların kökeninin büyük ölçüde bu isimlerle anılan kavimden geldiklerine inanırlar.
Eski zamanlarda Akdeniz bölgesine yayılmış bu uygarlık “Işık Ülkesi” olarak adlandırılmıştır ve muhteşem bir mimari ile kurulmuş bu Likya şehirleri doğa ile iç içedir.
Likya mitolojisini okuduğumda en çok ilgimi çeken Likya bölgesinin Nymphe mitolojisi ile bağlantılı olduğuydu.
” Bölgenin hem kıyı şeridinde hem de dağlık iç kesimlerinde Nymphe kültünün MÖ 4. yy’dan MS 3. yy’a kadar olan varlığına dair epigrafik, nümizmatik ve arkeolojik veriler ele geçmiştir.
Lykia yerel dininde de tıpkı Yunan Nympheleri gibi su ve kaynak kültüyle yakından ilişkili ” Eliyâna ” ismiyle anılan tanrıçalar bulunur. Bu yüzden Nymphe kültü bölgeye yabancı değildi, hellenizasyon hareketleri ile beraber tanrıçaların isimleri değişse de karakterleri aynı kalmıştır. “
Mitolojide ise Nympheler ırmaklarda, kaynaklarda, ormanlarda, kırlarda ve dağlarda yaşayan doğanın dişi güçleri olarak karşımıza çıkarlar. Genç ve güzel kızlar olan Nympheler bitkilerin, ağaçların ve çiçeklerin yetişmesinden, hayvanların büyümesine, doğanın vahşi güzelliğinden yaşamın bereketine kadar doğaya dair her şeyden sorumludurlar.
Nympheler her şeyden önce su perileri ya da tanrıçaları olarak adlandırılmış ve dönemin şairleri
onları her şeye hayat veren suyun sağlayıcıları ve koruyucuları olarak onurlandırmıştır.
Tabii Akdeniz o muhteşem mavilikleri, Toroslardan çağıl çağıl akan şelaleriyle, dağlara yayılmış göletleriyle öyle bereketliydi ki Su perilerinin orada olmaması imkansızdı…
SON BAŞLANGIÇTIR
Evren öyle muhteşem bir yaradılış ile işliyor ki hayran oluyorum her zaman doğaya baktığımda, yıldızları seyrettiğimde ve dağlardan esen melodileri işittiğimde.
Likya şiiri ne kadar ayrılık, ölüm gibi hissiyatlar uyandırsa da bestelediğim andan itibaren bende sonsuzluk ve dönüşüm duygusu uyandırıyor. Bu yüzden alçalıp inen sesler ile söyledim ve gırtlak namesi koymadım çünkü Likyalıların sade ve lirik bir müziği olduğunu tahmin ediyorum. Müzik düzenlemesini yapan müzisyen Emre Ataker ile de aynı hissiyatta buluştuk. Emre pianist olduğu ve Synthesizer konusunda da çok iyi olduğu için Likya şarkısının arkasında sürekli inip çıkan synth melodileri şarkıya sonsuzluk hissini verdi.
Ormanda oturduğumuz bir kayada kim bilir kimler oturdu, hayaller kurdu, düşler gördü…. Ve heykeller, oyulmuş kayalar, yazılı tabletler o dönem yaşamış sanatkarların ellerinden ve kalplerinden var olmuş olarak hala şu dönemde de yaşamıyor mu? Ya da kaybettiğimiz , çok sevdiğimiz yakınlarımızı hatırladığımızda hala yanımızda gibi olmuyorlar mı?
Ve biz de bir gün bu alemden geçip gittiğimizde geriye bıraktığımız hangi izler ulaşacak geleceğe? Ben Likya şarkısını bıraktım…..
22. Mart. 2022 Özlem Soydan