TAYLAND

Tek başıma devam ettiğim yolculuğum dördüncü ayını tamamlarken sürekli yer değiştirmekten, nereye gideceğimi ve nerede kalacağımı planlamaktan hem zihnen hem bedenen yorulmaya başlasam da yola hızlı bir şekilde devam ediyordum.Gezginlik bir kez kana bulaştımı sabit kalmak sıkıcı hale gelmeye başlıyor, her gün başka bir doğada olmanın cazibesi öyle güzel ki bir açıyorum gözümü okyanus, bir açıyorum dağlar, bir açıyorum şelale, bir açıyorum gürüldeyen nehirler.Her gün başka bir rüyaya, her yolculukta kendimin başka bir yönüne uyanıyorum.Ve bana ait olmayan bütün benliklerimi geride bırakıyorum, hepsini teker teker dağlara, okyanuslara, nehirlere boşaltıyordum.Yol, bütün zayıflıklarımı, korkularımı, zihnimin oyunlarını ortaya seriyordu.Tek başına yolculuk yapmak özümle tanışmaktı.Hem aydınlık hem de karanlığı görmekti.

Tayland’a vardığımda ilk olarak kuzeye doğru rotamı belirledim ve Chiang Mai’a doğru yola çıktım.Kuzey Tayland’ın en büyük kenti olan Chiang Mai, barındırdığı zengin kültürel yapısı nedeniyle turistlerin en çok ziyaret ettiği yerlerden biri ve henüz Tayland Adaları gibi turist kalabalığından, kirlilikten ve yozlaşmadan etkilenmemiş bölgelerden biri.Chiang Mai’ın merkezi çok kalabalık, şehirde pek çok üniversitenin olması bunda büyük bir etken ayrıca önemli büyük Budist tapınaklarının bölgeye yakın olması nedeniyle ve akşam üzeri kurulmaya başlayan zengin sokak tezgahlarıyla da turistlerin ilgisini çekiyor.Chiang Mai’a varışımın ertesi günü başlayan Songkran Festivali’den haberim yoktu ve büyük bir cümbüşün içine düşüverdim.

Songkran, Thai yeni yılının başladığı döneme denk geliyor ve genel olarak 13-15 Nisan tarihleri arasında kutlanıyor.Su, arınmanın sembolü olduğundan festival boyunca tapınaklarda yapılan ayinlerde Su, Buddha heykellerinin üzerine sunuluyor ve kutsanıyor.Rahipler ve insanlar birbirlerinin üzerine su serpiştirerek onları kötü duygulardan arındırıyor.Fakat bu kutsal gün son yıllarda gittikçe artan kültürel ve ruhsal yozlaşmadan nasibini almış.Günler öncesinden kurulan sokak tezgahlarında ve dükkanlarda,son model pompalı silahlara benzeyen su tüfekleri ve tabancalar satılıyor.Caddelerde ve arka sokaklara pusu kurmuş kalabalıklar birbirini ıslatıyor , eğlenceden öte bu durum korkunç bir savaşı andırıyor.Kamyonetlerin arkasına yüklenmiş buz dolu su varilleri caddelere boşaltılırken birçok motor ve araba kazasına yol açabiliyor.Dünyadaki su kaynakları azalmaya devam ederken suyun bu şekilde hunharca kullanımı ve sokaklardaki bilinçsizce yapılan vahşi insan davranışları, eğlence anlayışının sınırlarını zorluyor.

Yolculuğum sırasında turlara katılmayı tercih etmesem de bazen birkaç yeri aynı gün içerisinde görebilmek için avantajlı olabiliyor.Chiang Mai’ın kuzeyinde yer alan Wat Rong Khun Tapınağı, tur ile gittiğim ilk yerdi.Muhteşem beyaz heykellerle dolu Beyaz Tapınak.

   Modern bir mimaride inşa edilmiş tapınağın yapımı ve tasarımı Chalermchai Kositpipat’a ait ve tapınak 1997 yılında ziyaretçilere açılmış.       Ana tapınağın dışında inşa edilmiş dokuz binada meditasyon salonları ve sanat galerisi de bulunuyor.   Bembeyaz,sınırsız işlemelerle dolu binaların süslediği yemyeşil bahçelerde dolaşırken kendimi bir masal diyarında gibi hayal ediyordum.

Mynmar – Tayland ve Laos.Üç ülkenin sınırlarının nehirler aracılığıyla kesiştiği sınır bölgesi turların gittiği yerlerden biri, bu önemli kesişme noktasında dolaşılabilen tekneler var.

Sınır bölgesinin çevresinde birçok Budist tapınakları yapılmış ve büyük Buda heykelleriyle çevrelenmiş.

Laos ve Mynmar’a tekne ile geçiş yapmak isteyen gezginlerin de kullandığı bu sınır bölgesinden tekne kullanacaklar için en dikkat edilmesi gereken şey suların yüksekliği.Yağışlara ve mevsime göre değişen su yüksekliği, teknelerle yolculuğun süresini çok etkiliyor.Sular alçalmış ise yolculuk daha uzun sürüyor ve gezginlerden duyduğum yolculuğun pek kolay olmadığı, benim sınırdan geçme niyetim yoktu o yüzden teknelere binmedim.Maalesef Türklerin vize alması da çok kolay değilmiş, eğer Laos veya Mynmar’a gitmekse niyetiniz seyahat öncesi Türkiye’den vize almak sınır geçişini kolaylaştırır.

   Mynmar ve Tayland sınırı yakınında yer alan Mae Hong Son’da yaşayan kadınlar,boyunlarına taktıkları halkalar nedeniyle uzun boyunlu Karen kadınları olarak adlandırılmışlar.Karenni kabilesinin bir alt grubu olan topluluğun kadınlarının neden boyunlarına halka taktıklarına dair söylentilerden biri vahşi hayvanların saldırılarına karşı korunmak için ya da köle ticaretinin olduğu zamanlarda kadınların kendilerini çirkin göstermeyi amaçlayarak bu halkaları taktıkları yönünde cevap buluyor.Fakat modern dünyada neden bu kadınların hala boyunluklarla dolaştıklarının cevabı ise Tayland turizminin önemli bir parçası haline gelmiş olmaları.

   Myanmar’ın Kayar bölgesinde yaşayan Padaung Kabilesi, Myanmar’da cuntaya karşı bağımsızlık için savaşmış fakat 80’lerin sonlarındaki askeri darbe sonrasında ülkeden kaçıp Kuzey Tayland’a sığınmışlar.Kabile, Tayland’ın Mae Hong Son bölgesinde üç köye ve bir mülteci kampına yerleştirilmiş.

   Turistlerin büyük ilgisini çekmeye başlayan uzun boyunlu kadınlar daha sonra mülteci kamplarından çıkartılarak kurulan yapay köylere yerleştirilmiş.  Bu köyleri ziyaret etmek için giriş ücreti alınıyor ve içeri girer girmez gördüğünüz görüntü ne minik evler,ne de köy yaşamına dair bir belirti.Sıra sıra kurulmuş hediyelik eşya tezgahların arkasında kadınlar ve kız çocukları dokuma tezgahlarında çalışıyorlar ve el işlerini turistlere satmaya çalışıyorlar.   Hiçbir sağlık,eğitim,su ve elektrik hizmetinden faydalanamıyorlar.Tayland devleti bu köyleri turizm amaçlı kullanıyor.
Bir yetişkin kadın,boynuna yaklaşık 20 halka takmış oluyor.Bu pirinç halkalarının ağırlığı 10-12 kilogram civarında, halkaların ağırlığından omuzları zamanla aşağı çöküyor ve bedenlerinin şekli bozularak boyunları daha uzun gözüküyor.Kız çocukları 5-6 yaşlarından itibaren halkalardan takmaya başlıyor,yaşları ilerledikçe halkaların sayısı artıyor.
Turistik ziyaretten çok bir çaresi olsaydı keşke bu kız çocuklarının özgürlüğü için.Ben de dillerini bilmediğim için onlarla iletişim kuramasam da fotoğraflarını çekebilmek ile kaldım.Utandım,çünkü onların fotoğraflarını çekmek bu insan turizminin devamının bir parçası demek idi yüreğimden gelen.İnsanoğlunun bu açgözlülüğünü yok etmek için ne  yapılabilir?

                          TAYLAND ADALARI

Kuzey Tayland’dan adalara doğru inmeye karar verdim ve büyük yolcu tekneleriyle yolculuğa devam ettim.Genellikle turistlerin çok kullandığı büyük teknelerle adalar arası yolculuk yapmak çok kolay.

İlk Koh Phagan adasına gittim,bu adayı gezginlerin tercih etmesinin iki sebebi var güzelliğinin dışında tabii.Adanın bir kısmı partilerin yapıldığı,Full Moon partileriyle ünlenmiş ve genelde yirmili yaş gezginlerinin tercih hareketli ve gürültülü bir yer.Kuzey bölümü ise daha çok spiritüel çalışmaların yapıldığı, uzun süre kalınabilecek daha sakin bir kısmı adanın.

Teknelerle büyük kayalıkların arasından koylara girip çıkarken,her koyun güzelliğine ve denizin değişen maviliklerine hayranlıkla bakıyordum.

Okyanusun derinliklerinden çıkan çetin kayalar,öbek öbek yayılmışlar denizin gökyüzüyle buluştuğu yerlerde.Özgürlüğün kokusu, teknelerde başka bir güzel.

Koh Tao’ya doğru büyük yolcu tekneleriyle geçiş yaptım.Koh Tao’da o kadar çok dalgıçlık kursu var ki liman otopark gibi dizi dizi teknelerle doluydu.Arkadaşlarım dalgıçlık brövesi almak için Koh Tao’nun dünyadaki ucuz yerlerden biri olduğunu söylemişti fakat biraz araştırınca artık öyle olmadığını gördüm.(2015) Fiyatlar son yıllarda giderek artmış.Zaten sabahları bütün dalgış tekneleri birlikte ayrılıyor,iğne atsan yere düşmez denizde,çok kalabalık ve duyduğum kadarıyla birbiriyle rakabet eden kurslar yüzünden eğitimlerin kalitesi de düşmüş.Paramı yol boyunca idareli kullanmak zorundaydım çünkü hala ne kadar yola devam edeceğimi bilmiyordum.Ben de teknelerle açıldım ve şnorkelimi taktığım gibi attım kendimi sulara.


Bir rüya gibiydi denizin altı..Mercanlar gökkuşağı renkleriyle yayılmıştı,öylesine çok balık vardı ki neredeyse boğulacaktım,nefes almayı unutmuştum deniz altındaki mucizeleri seyrederken.Bedenimin etrafını kuşatmış yüzlerce balığın arasında kalakalmıştım.Rüyanın içinde balıklarla süzüldüm durdum.

Koh Phi Phi,en uzun kaldığım ada oldu,tabii bunda merkezin gürültüsünden uzak tepede bulduğum bungalovun büyük etkisi var.

Güneşin batışını seyretmek için çıkılan tepede,Koh Phi Phi’nin nasıl denizin iki ayrı yönünden birleşmiş kumsalın üzerine kurulduğunu seyretmek Koh Phi Phi’de vazgeçilmezlerden.    Tayland koyları çok güzel,deniz öylesine yumuşak ki,balıklar öylesine güzel…

Gittiğim koylardan biri de Maymunlar Adası idi.Adanın kumsalı yok fakat maymunlar yüzünden çok meşhur,tekneler adaya yanaşıyor,turistler fotoğraf çekiyor,kısa bir ziyaret.Maymunlar kayalıkların üzerinde çığlıklar atıyor,turistlere alışmışlar,yaklaşan teknelerden gelecek yemekleri bekliyorlardı.

Tayland adalarının kalabalığı,turistik olmuş doğallıktan uzaklaşmış hali o dönemki enerjimle pek örtüşmedi ve spiritüel müzik konusunda da sağlam bir kaynak bulamamıştım.Adaların ve deniz altının muhteşem güzelliği bir tarafa ruhsal yolculuğuma devam etmek istiyordum ve turist kalabalığında fazla kalamıyordum.

Gezginlerden sıklıkla duyduğum Kamboçya’ya gitmeye karar verdim,Tayland’ın turizm yüzünden bozulmadan önceki hali olduğunu söylemişlerdi.Ve güzel adalara veda ettim…

                                     BANGHOK

Banghok’a uzun bir otobüs yolculuğunun ardından sabah vardım ve bir gece kalabileceğim bir hostel bulduktan sonra çantalarımı odaya atıp Bangkok’u keşfe çıktım.


Limana doğru gidip büyük tapınaklara yaklaşan teknelere bindim.


Büyük gökdelenlerin arasında kalmış eski yüzen evleri geçtik, geleneksel liman marketlerine yanaştık.


Vardığım limandan yürüyerek Banghok’un renkli pazarlarının arasından geçtim.Grand Place, Wat Phra Kaew, Zümrüt Buda tapınağına gittim.

 

 

 Büyük bir alanda kurulmuş saray yüzden fazla binadan oluşuyor ve ziyaretçilere açılan kısımların dışında hala sarayın işlerinin yapıldığı binalarda bu geniş alanın içinde.

Zümrüt Buda’nın olduğu tapınak kutsal sayılıyor, bu heykel 14.yüzyıldan beri bu tapınakta korunuyor.

Bahçenin etrafında dolaşırken süslü büslü tapınağın bölümlerine girip çıktım.Tayland tapınakları çok zengin,görkemli yapılmış.Nepal de gördüğüm budist tapınaklarından farklılardı, gösteriş ve zenginlikle dolular.   Sarayın odaları birbirinden zengin heykellerle, işlemelerle dolu.     Büyük sarayı dolaştıktan sonra bahçenin ardından Wat Pho tapınağına ulaştım.

    Wat Pho,Yatan Buda Tapınağı olarak biliniyor ve Banghok’daki en eski tapınaklardan biri.16.yüzyılın başlarında inşa edilmiş, Tayland’ın ilk üniversitesi olan tapınak günümüzde de meditasyon ve geleneksel masaj eğitimleri vermeye devam ediyor.Altın varak kaplı 46 metre uzunluğunda 15 metre yüksekliğindeki dev Budha heykeli, 1800’lü yılların ortasında tapınağa yerleştirilmiş ve tapınak Tayland’ın ilk üniversitesi olarak işlemeye başlamış.

    Yatan Budha Heykelinin sadece ayakları 3 metre yüksekliği ve 5 metre uzunluğunda. Heykelin ayak tabanlarına ayak sedef taşlarla 108 olumlu eylem ve sembol işlenmiş.Heykel o kadar büyük ki çevresinde döndüm hayranlıkla baktım. Sanat olmasaydı bu dünya ne kadar anlamsız, kuru ,renksiz olurmuş.Tabii Doğa Ana da bir bambaşka.

Tayland yolculuğumu kısa kesmeye birinci haftadan sonra karar vermiştim çünkü enerjisi ile hiç örtüşemedim.Turistik , pahalı ve dejanere olmuş bir eğlence anlayışı var.Her şeyden ötesi kadınların ve kız çocuklarının seks ve turizm ticaretinin büyük bir parçası olmasından hiç hoşlanmadım.Spiritüel müzik ile ilgili ilgilenebileceğim bir kaynak da çıkmadı, belki bunun için uzun kalmam gerekebilirdi fakat zaman kaybetmek istemedim.Kamboçya’nın Tayland’ın bozulmadan önceki hali olduğunu duyuyordum birçok gezginden ve en büyük arzularımdan biri de Anghor Wat’ı ziyaret etmekti.Chiang Mai’ da tanıştığım güzel kalpli arkadaşım Mine ve eşi Sean’ın yardımıyla Kamboçya adalarında bir kontak buldum ve üç haftanın sonunda Kamboçya’ya doğru yola çıktım.